27 Mayıs 2025 Salı

POST HÜMANİZM

 Bu ay “post hümanizm” konusuna değinmek istiyorum.

Önce şu “post” önekini ele alalım. “Post modernizm”, “post truth” gibi örneklerde görüldüğü gibi bu “post” giderek yaygınlaşıyor.  Ben birçok durumda bunu zamansal bir sonralıktan çok bir iyi yönlerini koruyarak ve kazanımlarını aşma, ötesine geçme, anlamında değerlendiriyorum. Aslında Johann Gottlieb Fichte tarafından formüle edilmiş olsa da Hegel’e atfedilen diyalektik tez-anti tez-sentez aşamalarındaki “sentez” anlamında. Aksi durumda örneğin modernizmin bütün kazanımlarını görmezden geleceğiz, ki bu hiç istemediğim bir şey.

Neyse bu konuyu derinlemesine incelemeyi bir kenara bırakalım ve “hümanizme” geçelim. Bildiğiniz gibi Avrupa düşüncesinde yüzyılarca süren Hristiyan dogmasının insanı arka plana atan, hatta zaman zaman yok sayan döneminin ardından rönesans ile “Hümanizm” ışığı parlamıştı.


Hümanizm, insanı ve onun potansiyelini, bireyin değer ve onurunu, akılcı ve bilimsel düşünüşü, Antik Yunan - Latin düşünce ve sanatını yüceltmişti.

Yaşadığımız dönemde ise bu düşünce çizgisinin aşırıya götürülmesinin bazı sakıncalarını görüyoruz ve Post hümanizm gündeme geliyor. Kısaca ifade edersek Post hümanizmin, insana bir çeki düzen verme, onu tahttan indirme, haddini bildirme çabası olduğunu söyleyebiliriz.

Post hümanizm, ilk olarak edebiyat, sinema, tiyatro, güzel sanatlar gibi alanlarda, üniversitelerin beşeri bilimler (humanities) bölümlerinde görülüyor. Hümanizmin de en güçlü biçimde heykel, resim, şiir (Michelangelo, Leonardo da Vinci, Francesco Petrarca) gibi alanlarda kendini ifade ettiği düşünülünce bu hiç de garip değil. Ardından Post hümanizm, felsefe alanına taşıyor. Doğa bilimlerinden, özellikle biyolojiden, çevre bilimlerinden, iklim sorunundan çok etkileniyor.

Her şey bir yana Hümanizmin insan merkezli yaklaşımı, insanın diğer yaşam biçimlerinden üstün, biricik  ve doğadaki tek “zeki” yaratık olarak görülmesine yol açtı. İnsan, aslında doğanın kapsamı içinde bir varlık iken doğaya egemen olan -veya olmak isteyen bir varlık oldu. Çevre ve iklim sorunlarına neden oldu. Öyle ki, yaşadığımız jeolojik çağ artık Anthropocene (insan çağı) olarak niteleniyor (“The Future of Nature -Documents of Global Change”, Yale University Press, Paul Crutzen ve Eugene Stormer, 2000).


Hatta “insanlar” arasında bile bazıları öne çıkarıldı. Rönesans heykel ve tablolarda güzel/yakışıklı insanlar vardı. Daha sonra da sinema filmlerinde, televizyon dizilerinde, reklamlarda izlediğimiz genç, çok güzel/yakışıklı, iyi eğitim almış beyaz ırktan, “Batılı”, sağlıklı insanlar, -zaman içinde moda ile biçim değiştirse de- “ideal insan” modelleri oluşturdu. Böylece kendi anlayışımıza göre yeterince güzel/yakışıklı olmayan insanlar, -en azından- toplum dışına itildi. Bu türcü ve ırkçı bir bakış açısına yol açtı.

Konuyu felsefe açısından ele alırsak Hümanizm, insan söylemine çok önem verildiği için epistemolojinin (bilgi-felsefesinin) vurgulanmasına yöneldi ve felsefenin diğer dalını, ontolojiyi (varlık felsefesini) ikinci plana itti. Post hümanizm, bu yaklaşıma da karşı çıkarak ozon deliğinin, doğa katliamının, sera etkisin, biyolojik çeşitliliğin azalmasının bilimsel gerçekler olduğunu vurguluyor.

Günümüzde bir dizi etik soru ile karşı karşıyayız. Örneğin:

    • Çocuk – kadın - yaşlı – engelli… hakları nasıl korunabilir?
    • Çevre – iklim adaleti nasıl sağlanabilir?
    • Doğa/canlı hakları ile ilgili bir hukuk sistemi kurulabilir mi?
    • Hayvanlar üzerinde tıp deneylerini nasıl yapmalıyız?
    • Diş dolgusu – implant – protez bacak - yapay kalp – beyinde çip… hibritleşen bu insan figürü nereye kadar gidebilir?
    • İnsan genetik olarak geliştirilince ne olacak?
    • Robotların, yapay zekalı makinelerin hakları olmalı mı?
    • Yeryüzünü bir çöp gezegen olarak terk edip başka bir gezegenlere gidelim mi?

Ve daha bir sürü soru …

Kısacası Post hümanizm, bizi biyoloji, teknoloji, doğa ve makinelerin birbirine karıştığı bir dünyada insan olmanın ne anlama geldiğini yeniden düşünmeye davet ediyor.

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder