Kültür gibi, somut bir nesneye işaret etmeyen kavramları tanımlamakta zorluk çekiyoruz. Bazen “kültür unutulanlardan hatırlananlardır” gibi aforizmalara sığınıyoruz. Bazen de akarsu havzası gibi bir coğrafya teriminden ödünç alıp “kültür havzası” gibi benzetmeler yapıyoruz.
Yukarıda “atalarının ruhu” dedim.
Ruh yine soyut ve zor tanımlanan bir kavram. Beden somut bir şey olduğu için, tüm
sağlık bilimleri bu konuda çalışabiliyor, teknoloji çeşitli görüntüleme sistemleri
ve aşılar geliştirebiliyor. Buna karşılık Hristiyan dünyasında sprit / soul
(la liverde / l’âme), bizde ruh / can terimlerinin farkı ve içerikleri tartışılıyor.
(Sanırım bu konu ayrı bir yazıda ele alınmalı. Burada oldukça kapsamlı bir
tartışıma olduğuna değinip geçeyim). İnsanın
kendinde ve çevresinde olup biteni gözlemeğe başladığından beri ölümün ve
sonrasının ne olduğunu merak ettiğini biliyoruz. Bence Okyanusyalıların (ve pek
çok Şamanist inancın) bulduğu “ataların ruhu” kavramı belki biraz “ilkel” ama iyi
ve sade bir çözüm: ölünce beden çürüyor, ama ruh yaşıyor. Hem de bizim adada ve
köyde! (Sırat köprüsü yok, cennet / cehennem yok). Atalarımız bize yardım edip
yol gösterebiliyor. Ama hep bizi gözledikleri için de yanlış yapmamalı ve
düzeni sürdürmeliyiz (cami, imam, Cuma hutbesi / kilise, rahip, Pazar ayini yok.
Olsa olsa gerektiğinde Şamana sorulabilir). Böylece hem ölüm sonrası korkutucu olmaktan
çıkıyor; hem de kabilede kararlı bir düzen sağlanıyor.
Ne yazık ki Rapa Nui halkının
geleceği hiç de iyi olmamış, kolonyalizm onları da etkilemiş, köle olarak satılmışlar,
adaları bir hayvan çiftliği yapılmış, köylerinin çevresi dikenli tellerle
çevrilmiş, Hristiyan misyonerler kültürlerini silmeğe çalışmış ve 1700’lerde
birkaç bin kişi olan nüfusları kısa sürede yüze düşmüş. Son yıllarda ada
halkının hakları ve yaşam koşulları konusunda gelişme sağlandıysa da Polinezyalıların
eserleri artık etnografya müzelerinde.
Şamanizm deyince, yıllar önce de New York’ta Amerikan Doğa
Tarihi Müzesinde gördüklerim aklıma geldi. Orada Amerikan yerlilerinin
kilimlerinde, elbiselerinde, ayakkabılarındaki motiflerin, Anadolu kilimlerinde
gördüğümüz yıldız, çarkıfelek, göz, su yolu, el gibi motiflere ne kadar
benzediğine şaşırmıştım. (Amerikan yerlilerinin Orta Asya kökenli olduğu,
motiflerin ortak Şaman inançlarını yansıttığı veya bu tür benzerliklerin
tümüyle rastlantısal olduğu tartışması beni çok aşıyor. Ben yalnızca hayranlıkla
seyrediyorum.)
Hepimiz yıldızlı gökyüzüne baktığımızda Dünyamızın ne kadar sıradan, bizlerin büyük evren içinde ne kadar küçük olduğumuzu bir kez daha anlarız. Ben de tarih okuyunca veya çok uzak ülkelerdeki kültürlerdeki benzerlikleri / farklılıkları izledikçe yeryüzünde de aynı küçüklük duygusunu yaşıyorum: Ne kadar küçük, kısıtlı ve önemsiz olduğumu bir kez daha anlıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder