28 Haziran 2025 Cumartesi

KÜLTÜR VE POLİNEZYA

 Kültür gibi, somut bir nesneye işaret etmeyen kavramları tanımlamakta zorluk çekiyoruz. Bazen “kültür unutulanlardan hatırlananlardır” gibi aforizmalara sığınıyoruz. Bazen de akarsu havzası gibi bir coğrafya teriminden ödünç alıp “kültür havzası” gibi benzetmeler yapıyoruz.

 

Geçenlerde Dünya Etnografya Müzesini gezdim (Leiden, Hollanda). Keşifler çağı ve sonrasında 16. -18. Yüzyıllarda Batılı (özellikle Hollandalı) denizcilerin ulaştıkları topraklardan, eski sömürgelerden gelen çeşitli eşyalar çok ilginçti. Hollandalı denizci Jacob Roggeven 1722’de Pasifik Okyanusunun Güneyinde, Doğu Polinezya bölgesinde varlığına inanılan mistik Güney kıtasını, Terra Australis Incognita’yı, arıyormuş. 5 Nisan günü, Hristiyanların Paskalya (Easter) bayramında, bir adalar grubuna ulaşmış ve Paasch-Eyland (Hollanda’ca Easter Adaları) adını vermiş. Rapa Nui adası da bu grupta. Rapa Nui’de 2000 yıl önce 20 metre boyunda uzun kafalı, kısa bacaklı dev insan heykelleri (Moai) dikilmiş. Bu heykelleri hatırlıyorsunuz. “Taşları nereden buldular, nasıl taşıdılar?” diye magazin soruları sorulduğunu biliriz. Neyse ki arkeologlar bunları cevaplıyor. Yüzlerce heykel atalarının ruhlarını simgeleyerek köylerine bakarken, yedi tanesi bir gün Batıdan, Pasifik Okyanusundan gelecek Krallarını bekliyormuş. (Demek ki Avrupalılar ışık Doğudan gelir – Ex oriente lux derken, Okyanusyalılar ümitle Batıya bakıyormuş.) Oysa Batıdan sömürgeciler gelmiş!  (Hollandalı denizciler adanın kıyısında dizilmiş heykelleri görünce ne kadar şaşırmışlardır, kim bilir?) Bu da bize umudun ne Doğu’da ne de Batı’da olmadığını, kendimizde olduğunu hatırlatıyor.

Yukarıda “atalarının ruhu” dedim. Ruh yine soyut ve zor tanımlanan bir kavram. Beden somut bir şey olduğu için, tüm sağlık bilimleri bu konuda çalışabiliyor, teknoloji çeşitli görüntüleme sistemleri ve aşılar geliştirebiliyor. Buna karşılık Hristiyan dünyasında sprit / soul (la liverde / l’âme), bizde ruh / can terimlerinin farkı ve içerikleri tartışılıyor. (Sanırım bu konu ayrı bir yazıda ele alınmalı. Burada oldukça kapsamlı bir tartışıma olduğuna değinip geçeyim).  İnsanın kendinde ve çevresinde olup biteni gözlemeğe başladığından beri ölümün ve sonrasının ne olduğunu merak ettiğini biliyoruz. Bence Okyanusyalıların (ve pek çok Şamanist inancın) bulduğu “ataların ruhu” kavramı belki biraz “ilkel” ama iyi ve sade bir çözüm: ölünce beden çürüyor, ama ruh yaşıyor. Hem de bizim adada ve köyde! (Sırat köprüsü yok, cennet / cehennem yok). Atalarımız bize yardım edip yol gösterebiliyor. Ama hep bizi gözledikleri için de yanlış yapmamalı ve düzeni sürdürmeliyiz (cami, imam, Cuma hutbesi / kilise, rahip, Pazar ayini yok. Olsa olsa gerektiğinde Şamana sorulabilir). Böylece hem ölüm sonrası korkutucu olmaktan çıkıyor; hem de kabilede kararlı bir düzen sağlanıyor.

Ne yazık ki Rapa Nui halkının geleceği hiç de iyi olmamış, kolonyalizm onları da etkilemiş, köle olarak satılmışlar, adaları bir hayvan çiftliği yapılmış, köylerinin çevresi dikenli tellerle çevrilmiş, Hristiyan misyonerler kültürlerini silmeğe çalışmış ve 1700’lerde birkaç bin kişi olan nüfusları kısa sürede yüze düşmüş. Son yıllarda ada halkının hakları ve yaşam koşulları konusunda gelişme sağlandıysa da Polinezyalıların eserleri artık etnografya müzelerinde.

Şamanizm deyince, yıllar önce de New York’ta Amerikan Doğa Tarihi Müzesinde gördüklerim aklıma geldi. Orada Amerikan yerlilerinin kilimlerinde, elbiselerinde, ayakkabılarındaki motiflerin, Anadolu kilimlerinde gördüğümüz yıldız, çarkıfelek, göz, su yolu, el gibi motiflere ne kadar benzediğine şaşırmıştım. (Amerikan yerlilerinin Orta Asya kökenli olduğu, motiflerin ortak Şaman inançlarını yansıttığı veya bu tür benzerliklerin tümüyle rastlantısal olduğu tartışması beni çok aşıyor. Ben yalnızca hayranlıkla seyrediyorum.)

Hepimiz yıldızlı gökyüzüne baktığımızda Dünyamızın ne kadar sıradan, bizlerin büyük evren içinde ne kadar küçük olduğumuzu bir kez daha anlarız. Ben de tarih okuyunca veya çok uzak ülkelerdeki kültürlerdeki benzerlikleri / farklılıkları izledikçe yeryüzünde de aynı küçüklük duygusunu yaşıyorum: Ne kadar küçük, kısıtlı ve önemsiz olduğumu bir kez daha anlıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder