Mart geldi, ardında Nisan ve Mayıs var. Günler uzamaya devam ediyor. Baharın gelişi Kuzey yarımküredeki tüm kültürlerde kutlanmaya başladı. Yeraltı tanrısı Hades izin verdi ve bereket tanrıçası Demeter’in güzel kızı Persephone yeraltından çıktı.
Sümer'de İnanna, Akad’da İştar, Kenan’da Astarte, Tengrizim’de Umay, Antik Yunan’da Afrodit, Roma’da Venüs aşk, üreme, bereket tanrıçaları. Hepsi baharımıza, yazımıza bereket getirsin (bu arada kadın olduklarına da değineyim). Hatta Athena örneğinde gördüğümüz gibi bazıları ayrıca (sanırım kışı yendikleri için) savaş tanrıçaları (ne kadar güzel bir “savaş” anlayışı!)
Mitoloji ve mitler çok ilginç bir konu. Mitler kaynağı bilinmeze uzanan, bin yılların süzgecinden geçmiş, insan ve doğa hakkında çok ilginç ipuçları veren metinler. Hani masallar “deve tellal iken, pire berber iken, ben ninemin beşiğini tıngır-mıngır sallar iken” diye başlar ve dinleyiciyi çevresinde görüp yaşadığı dünyadan uzaklaştırır ya; mitler de bizi hiç de “gerçekçi” olmayan öyküler anlatarak, insanlığın temel sorunlarına ve insanın doğa yorumuna yönlendiriyor.
Gılgamış Destanı, Sümerler (MÖ. 4 bin) döneminde yazıya geçmiş – her halde önce sözlü olarak aktarılan- ilk edebi metin. Tabletlere yazılmış, bir kitap oluşturacak kadar uzun, evrensel bir metin, bir mit.Batı uygarlığı için çok
önemli bir kaynak Homeros’un (MÖ. 8. yy) İlyada ve Odysseia epik
şiirlerinde anlattığı Antik Yunan mitolojisi.
Türk mitolojisi de Gökbörü, Ergenekon, Oğuz, Manas, Alp Ertunga gibi destanlara uzanıyor. Bu Orta Asya efsanelerinin izlerini MS. 6-7 yy. Çin yazılı kaynaklarında buluyoruz. Çok önemli bir başka destanımız da, MS. 14-15 yy.’da yazıya geçse de kökleri çok eskilere uzanan Dede Korkut öyküleri.
Mitolojide ilgimizi çeken bir özellik, binlerce yıla uzanan geçmişleri. Örneğin Utna Pişte’nin Gılgamış’a anlattığı tufan öyküsü, binlerce yıl sonra kutsal kitaplarda Nuh Tufanı olarak yer alıyor. Ayrıca Utna Pişte, ölüm sonrasını niteleyen yeraltı dünyasına, “öbür dünyaya”, bir denizi (veya nehri) kayık (veya yelkenli) ile aşarak ulaşılıyor. Tıpkı binlerce yıl sonra Michelagelo’nun Cappella Sistina tavanına çizdiği gibi. Sırat köprüsü, bilgi ağacı, cennetten kovulma gibi kavramlar da çok eski mitlerde yer alıyor.
Homo sapiens-sapiens, ölümlü olduğunu biliyor. Ölümden sonraki, ölümsüz dünya inancını, 10-15 000 yıl önceye uzanan bütün Neolitik kültürlerde, gömme törenlerinde, mezar yapılarında, mezarlarda bulunan eşyalarda görüyoruz. Ölümsüzlüğe kavuşmak bütün mitlerde temel bir konu. Antik Yunan mitlerinde tanrıları insanlardan ayıran temel özellik ölümsüz olmaları. Yoksa fizyolojileri, hırsları, zayıflıkları... insanlara benziyor. Ama burada yaman bir çelişki var: ölümsüz olmak, “ölümün ötesine geçmek” için önce ölmek gerekli!
Bir diğer ortak tema da “yolculuk”. Gılgamış-Enkidu, Odisseus, Orpheus, Jason, Deli Dumrul gibi kahramanlar zorluklarla dolu uzun yolculuklar yapıyor ve canavarları yeniyor. Bence bu da yaşamın zorlukları, insanoğlunun gelişmesi, dışsal veya içsel yolculuklarımız, nefis mücadelesinin zorlukları gibi kavramlara işaret ediyor.
Birçok mitolojik kahramanın ve onların savaştıkları canavarların üstün nitelikleri var, ama Achilleus’un topuğu, Samson’un saçları gibi, bir de zayıf yönleri var. Bütün konu bu zayıf yönü bilmek.
Mitolojide, çeşitli inanç sistemlerinde ve günümüzde kullandığımız dile yansıyan ifadelerde 3, 7, 40 gibi bazı sayılara özel bir önem verildiğini görüyoruz. Sanırım en belirgin olanı “üç”:
Yunan mitolojisinin temelinde üç kardeş: Zeus (karalar), Poseidon (denizler) ve Hades (yeraltı) tanrıları var. Truva efsanesi üç güzelden ( Hera, Athena ve Aphrodite) hangisinin en güzel olduğunun seçilmesi ile başlıyor. Yolculuklar, sınavlar, periler...hep üç tane. Bu güzel sayıya tek tanrılı dinlede ve gündelik yaşamıızda da sıklıkla raslıyoruz.
“Kırk” da bu özel sayılardan biri:
· Dede Korkut efsanelerinde anılan cengaver Burla Hatun’un yanında kırk savaşçı kadın var.
· Birçok inancın (örneğin Hinduların Chaturmas) festivali kırk gün sürüyor.
· Musevi inancına göre, Hz. Musa'nın tanrı ile buluşmak için Sina dağına çıkması (ve 10 emirle geri dönmesi) kırk gün sürüyor.
· Hristiyan inancına göre, Hz. İsa dirilişinden (resurrection) sonra kırk gün Kudüs’te dolaşıyor ve çeşitli kişilere görünüyor ve ardından göğe yükseliyor (ascension).
· İslam inancına göre, Hz. Muhammed kırk gün oruç tuttuktan sonra, Cebrail gelip Kur’anı Kerimi söylemeye başlıyor.
· Tasavvuf geleneğinde kırk günü çilehanede geçirmek özellikle önemli
· Osmanlı Sarayında Has Odada kırk ağa var.
· Bir fincan kahvenin kırk yıllık hatrı var.
· Ali Baba’nın kırk haramisi var...
Liste uzar gider. Bence bu gibi örneklerde “kırk”, bir yandan “çok” anlamında, bir yandan da “olgunlaşma-erginleşme süresi” anlamında kullanılmış.
Binlerce yıldan günümüze ulaşan, sözlü gelenekten başlayarak, edebiyatın, tarihin, arkeolojinin sosyolojinin temel netinleri olarak kitaplaşan mitolojinin bize anlattığı ve anlatacağı çok şey var.