Önümüz yaz. Sanırım tatil planları yapıyorsunuz, belki de çoktan yaptınız. Bu güzel bahar günlerinde, yaz tatili öncesinde ağır düşünsel konulara girmeyeyim, sizlerle sualtı arkeolojisi konusunda bir şeyler paylaşayım dedim. Bazı dostlarım benim deniz – tekne - yelken sevgimi hatırlar. Dalış ve sualtı arkeolojisine duyduğum ilgi de buradan kaynaklanıyor.
Birkaç yüzyıl öncesine dek bir dizi uygarlığın Akdeniz çevresinde geliştiğini ve yurdumuzun Akdeniz ve Ege kıyılarının sualtı arkeolojisi açısından çok zengin olduğunu biliriz. Bu da tarih ve deniz sevenlere eşsiz güzellikler sunuyor. Su altında kalan arkeolojik eserler bir açıdan şanslı! Talan edilmeleri çok daha zor. Ayrıca su ve kum birçok durumda onları koruyor. Öyle ki eserlerin, su yüzüne çıkarıldığında özel yöntemlerle korunmaları gerekiyor. Yüzyıllarca, belki de ben yıllarca maruz kaldıkları basınç üzerlerinden kalkıyor, su yerine havadaki gazlarla karşılaşıyorlar, ayrıca hemen tuzdan arındırılmaları gerekiyor çünkü sudan çıkınca tuz çabucak kristalleşiyor... Bazı durumlarda sualtı arkeologları ve konservatörler bir seramik vazo veya tabağı ancak, yıllarca çalıştıktan sonra müzeye verebiliyor. Oysa bizim bu güzellikleri su altında seyretmemiz oldukça kolay!
Deniz kazalarında batmış gemilere ve onların yüklerine ek olarak, suya gömülmüş koca kentler, limanlar da var. İklim değişimi, depremler, nehirlerin alüvyon taşıması gibi nedenlerle kıyı kenar çizgisi değişiyor. Son buzul çağının bitiminden (Jeoloji terimleri ile konuşursak, Holosen döneminin başlarında, günümüzden 11 000 – 12 000 yıl öncesinden) beri Dünyanın su seviyesi 100 - 200 m kadar yükselmiş. İngiltere-İskoçya-İrlanda, Avrupa kıtasından; İskandinav ülkeleri Danimarka’dan; Japonya Asya’dan ayrılmış. Akdeniz, Karadeniz’e bağlanıp İstanbul boğazı oluşmuş. Birçok antik kent de su altında kalmış. Örneğin İzmir - Urla’da İonya kenti Klazomenai ve Antalya - Kekova’daki Likya kenti Dolychiste. (Suların yükselmesi küresel bir eğilim. Bir de buna karşıt yerel gelişmeler var. Örneğin Küçük Menderes nehrinin taşıdığı alüvyonla kıyı çizgisi değişmiş ve antik liman kenti Ephesus, günümüzde denizden yaklaşık beş kilometre içeride kalmış.)
Batık gemilere gelince, sanırım Uluburun Batığından başlamalıyız. En azından yaşına duyduğumuz saygı bunu gerektiriyor. Kaş - Uluburun’da 1982’de bir batık gemi bulunmuştu. İncelemeler sonunda 15 metrelik bu geminin Geç Tunç çağında Kıbrıs veya Kenan’da (günümüz Filistin – Lübnan) inşa edildiği ve MÖ. 1300 dolayında Kaş - Uluburun’da battığı anlaşıldı. Bu niteliği ile Uluburun Batığı, Dünyanın bilinen en eski gemisidir. Günümüzde Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesinde bu gemi ve geminin kargosundan çıkarılan çok ilginç eserler sergilenmektedir.
360 Derece Tarih Araştırmaları Derneği (https://360derece.info/) İzmir – Urla’da bu geminin bir
canlandırmasını (reanimasyon-replica) inşa etti ve 2005’te “Uluburun” adıyla denize indirdi. Amaç, rota, hız, navigasyon, yelken kullanımı, tekne yönlendirmesi gibi denizcilik tekniklerinin Tunç Çağındaki durumunu incelemekti. Uluburun, Türkiye ve Kıbrıs kıyılarında dolaştı. Günümüze kadar 3000 deniz mili yol yapan tekne, Urla İskele’de görülebilir.
İşin ilginç yanı 360 Derece Tarih Araştırmaları Derneği, bir “Uluburun” daha inşa etti ve bunu Kaş Hidayet koyunda Kaş Sualtı Arkeoparkında batırdı. Bir başka Arkeopark da İzmir – Mordoğan’da var. Burada deniz canlılarının yuva yapması için oluşturulan ortam yanında antik bir gemi canlandırması ve bir nakliye uçağı batırılmış. Bence ilginç bir dalış noktası.
360 Derede Tarih Araştırmaları Derneğinin bir başka ilginç projesi de “Kybele” adı verilen bir antik
tekne canlandırması ile Akdeniz’in öbür ucundaki Marsilya’ya uzanan bir yolcluk oldu. Bu kez canlandırılan tekne “Bireme” tipi 20 kürekli ve yelkenli tekneydi. Foça (antik çağdaki adıyla Phocaea) – Marsilya (antik çağdaki adıyla Massalia) rotası, Massalia’nın İonya kenti Phocaea’nın kolonilerinden biri olması nedeniyle belirlenmişti. Haziran 2009’da yola çıkan Kybele, 54 günde Yunanistan, İtalya ve Fransa kıyıları boyunca 1700 deniz mili yol alıp Marsilya’ya ulaştı.
Yukarıdaki satırlarda Urla, Mordoğan, Kaş, Kekova gibi birkaç yer ismi andım. Bütün deniz - yüzme sevenlerin dalgıç brövesi almasını ve tüple dalışın zevkini tatmalarını içtenlikle öneririm. Böylece yalnız tarihi güzellikleri değil, çeşitli deniz canlılarının güzelliğini de inceleyebileceksiniz. Ama son olarak tüple dalmadan, su yüzeyinde ilerlerken maske ile antik çağdan kalan güzellikleri izleyebileceğiniz üç yer sıralayayım:
· Muğla - Datça Knidos’ta mendireğin hemen dışında 5-6 m derindeki yüzlerce anfora var.
· Fethiye'de Gemiler Adasında kıyıda yürünebilir, maskeyle yüzülebilir.
· Antalya Demre – Kekova Adasına geçmenizi Simena antik kentini görmenizi önerebilirim.