Biliyorum ülkemizde ve Dünyada öyle gelişmeler oluyor ki bunları hayret ve kaygıyla izlemekten dikkatimizi başka bir şeye yöneltemiyoruz. Oysa çeşitli bilim ve teknoloji alanlarında, özellikle birkaç çizgide, çağımızı etkileyen, yarınımızı şekillendirecek gelişmeler oluyor. Elektronik – bilgisayar – yazılım - yapay zeka, uzay - astrofizik ve moleküler biyoloji – gen - genom, çizgileri bunların arasında ve ne yazık ki ülkemizde bu alanlara katkı vermek bir yana izlememiz bile çok zor.
Ben bugün moleküler biyoloji – gen - genom kapsamında, CRISPR-Cas9 teknolojisine
değinmek istiyorum. Bedenimizde yaklaşık 30 Trilyon hücre olduğunu, hücre
çekirdeklerindeki DNA (Deoksiribo Nucleic Acid) sarmallarında genlerin
dizildiğini (gen: özel bilgi parçası) bu genlerin genom (genom: bir
organizmanın genetik materyalinin tümü) oluşturduğunu ve insan genomunda
yaklaşık 20 – 30 bin gen olduğunu biliyoruz. Birçok özelliğimizin
anne-babamızdan bu genlerle aktarıldığını da biliyoruz. Ama bu konuda birçok
bilmediğimiz de var. Bir özellik birçok gen tarafından belirleniyor ve biz tam
olarak hangi genlerin özellikleri belirlediğini bilmiyoruz. Örneğin “zeka” gibi
oldukça karmaşık bir özelliğin genetik yönü yüzlerce genden kaynaklanıyor ve
bunlar farklı zamanlarda “aktif” oluyor.
İnsanlar on binlerce yıldır; beğendikleri tohum ve fideleri
seçerek, ağaçları aşılayarak, damızlık hayvanları çiftleştirerek… bir bakıma
“Tanrıyı oynuyorlardı”. Ama bunun mekanizması ve bilimsel temeli olan DNA – gen
– genom öyküsünün yaklaşık 55 yıllık bir geçmişi var. 1970’lerde DNA’nın spiral
yapısı gözlendi. Ardından DNA’nın bütünü ve parçaları bir bakteriden alınıp
diğerine eklendi, canlılar kopyalandı, genetiği değiştirilmiş bitki ve
hayvanlar üretildi. Genetiği değiştirilmiş bakteri, bitki, sivrisinek veya fare
gibi canlıların genlerinin gelecek kuşaklara aktarılması sağlandı. İnsan
DNA’sında genom dizimini inceleme (insan genomu – human genom)
projesini 1990’da Bill Clinton ve Tony Blair’in başlatmasını hatırlarsınız
belki. Clinton “bugün Tanrının yaşamı yaratırken kullandığı dili çözüyoruz”
demişti. 1996’da gazetelerde Doly adında bir koyun boy göstermişti. Yapay
klonlanmış (Yapay Klonlama: DNA’nın bilim insanları tarafından laboratuvarda
bir hücreden alınıp başka bir hücreye aktarılması) Doly bayağı da ünlü olmuştu.
Burada “yapay” sözcüğünü vurguluyorum. Çünkü “doğal” klonlama, bakterilerin
çoğalması, bir bitkiden yeni sürgünler çıkması, tek yumurta ikizlerinin
oluşması gibi birçok örnekte görülebilir.
Genlerimizin nasıl dizildiğini öğrendikten sonra, kuşkusuz
onları değiştirme çalışmaları gelecekti. Ve CRISPR-Cas9 ile bu da oldu. Çok
kısaca CRISPR-Cas9 teknolojisi, uzun DNA dizisinde belirlediğimiz genleri kesip
çıkarmamızı ve yerine istediğimiz başka bir dizi parçasını yerleştirmemizi
sağlıyor. CRISPR projesi de 2010’ların ortalarında başlıyor ve 2020’de öncüler
Emmanuelle Charpentier ile Jennifer A. Doudna kimya alanında Nobel ödülü
kazanıyor.
Teknolojinin adı çok ürkütücü CRISPR (Clustered Regularly
Interspaced Short Palindromic Rereats) ama ben yukarıda andığım
Fransız bilim kadınının bir anısını seviyorum: Emmanuelle Charpentier bu konuda
çalışmalar yapmak üzere İsveç’deki bir laboratuvara gidiyor. Bekleneceği gibi
İsveç, onu kar altında karşılıyor. E. Charpentier karda yürürken çıkan krisp –
krisp sesine dayanarak geliştirdikleri teknolojiye CRISPR adını veriyor!
Genlerle oynayıp istediğimiz değişiklikleri güvenli biçimde
yapabilirsek önümüzde geniş ufuklar açılacak. Örneğin
·
Yoğurt-peynir-bira-şarap yapımında bakterilerin
etkin olduğunu biliyoruz. Bu bakterilerin genleri ile oynayarak yeni lezzetler
yaratabilir, plastikleri-çöpleri yedirtebilir, yakıt üretebiliriz,
·
Fibrozis, Anemi, Talasemi, Huntington… gibi
genetik hastalıklardan kurtulabiliriz,
·
Kanser, HIV/AIDS. Tüberküloz, Alerji, Viral
Enfeksiyonlar, Enflamatuvar sorunlar… gibi genetik olmayan hastalıklara karşı
bağışıklık geliştirebiliriz,
·
İnsan embriyosundaki genlere müdahale ederek
istediğimiz özellikte (örneğin yeşil gözlü ve siyah saçlı) veya çeşitli
açılardan olağanüstü güçlü (örneğin büyüyünce çok hızlı koşacak) bebekler
tasarımlayabiliriz,
·
Genlerin bir zamanlama düzenine sahip olduğunu,
belirli bir anda etkin olmaya başladıklarını (örneğin ergenlik); belirli bir
anda etkinliklerini yitirdiklerini (örneğin yaşlılık) biliyoruz. Belki de
genleri kesip biçerek yaşlanmayı durdurup bin yıl yaşayabiliriz!
Kısacası hayal gücünün bizi taşıyacağı sınırsız bir evren
var. Çok da hayal gücü demeyelim. Çin’de bir araştırmacı -yukarıda
tasarımlanmış bebek olarak nitelediğim biçimde- insan embriyosuna müdahale edip
bağışıklık düzeyi çok yüksek iki bebeğin doğmasını sağlamış. Embriyoya müdahale
suçundan hüküm giymiş, ama tahliye olduktan sonra genetik kan hastalıklarının
tedavisi konusunda çalışıyormuş. Yani cin şişeden çıktı bile!
Gen konusundaki bu uygulamaların bir güzel tarafı da giderek
kolaylaşmaları, sürelerinin kısalması ve ucuzlamaları. Maliyetleri zamanla
artan ve süreleri uzayıp giden projelere çok alıştık. Burada durum tersine!
Evde CRISPR deneyi yapmanızı -kuşkusuz insan üzerinde değil, bakteriler
üzerinde- sağlayan kitler 150-170 dolara satılıyor!
Birçok yeni teknolojide olduğu gibi burada da pek çok sorun
var. Önce etik konular akla geliyor. Örneğin bir genetik silah yapıp, birkaç
kuşak içinde yeryüzündeki tüm zencilerden kurtulabiliriz(!) Yukarıda andığım J.
A. Doudna bir gece kabus görüyor ve Hitler kendisine tekniğin olanakları
konusunda sorular yöneltiyor. Ayrıca yanlışlıklar da olabilir. Ne de olsa her
şey bu konudaki videoların animasyonlarında gösterildiği gibi güzel ve kolay
olmayabilir. Ya yanlış genleri kesersek?
Teknik ve etik konuları tartışmak beni aşıyor. Yalnızca bu
ilginç alandaki gelişmelere dikkat çekmek istedim. Beni asıl üzen nokta ise
hızla günlük yaşamımıza giren ve girecek olan bu gibi teknolojik gelişmelerin
uzağında kalmamız.