26 Eylül 2025 Cuma

Gölgeler

 Sanırım İdealizmin en ünlü alegorisi mağara duvarındaki gölgeler öyküsüdür. (Platon, Devlet, 7nci Kitap, MS. 380) (Bir önceki yazıdaki Yedi Uyurları hatırlayanların “yine mi mağara” dediklerini duyar gibiyim. Ama bu başka mağara). Yalnızca mağara duvarına yansıyan gölgeleri (fenomen) görebilecek biçimde zincirlenmiş insanlar, dışarıda, güneş ışığı altındaki o nesnelerin asıllarını (lümen, Latince lucerne_parlak) göremezler. (Tabii bu giriş, alegorinin yalnızca dekorunu tanıtıyor.  Asıl olay bundan sonra başlıyor, ama bizim amacımız için şimdilik bu kadarı yeterli). İdealizm kısaca, gerçekliğin maddi olmadığını, zihinsel ve ruhsal olduğunu savunan felsefe akımı olarak belirtilebilir. İdealizm, çok geniş kapsamlı bir akım ve bin yıllar boyunca Platon, Hegel veya Berkeley gibi düşünürlerce çok farklı biçimlerde yorumlanıyor.



 Platon’un bu öyküyü anlattığı günlerden beri binlerce yıl insanlık ışığın kaynağını, “hakikati” öğrenmeye çalışmış. Duvarda gölgeleri yansıtan eğitim sistemini, gerçeği öğrenen ve anlatmaya çalışanların neden linç edilmeye çalışıldığını tartışmış. “Benim ışık kaynağım doğru, seninki yanlış” diye savaşmış. Derken 1700’lerde Immanuel Kant gelmiş, madem lümenleri bilemiyoruz, fenomenler üzerinden ilerleyelim demiş. Aydınlanma-Modernite veya Bilimsel Devrim-Teknoloji-Sanayi Devrimi-Bilişim gibi çizgiler bizi bugüne getirmiş. Kısacası Metafizik (fizik ötesi) ile değil, fizik ile uğraşmaya yönelmişiz.

Günümüzde ulaştığımız yerde büyük çevre, iklim, birey, toplum sorunları ile karşılaşıyoruz. Geldiğimiz yeri hiçbirimiz beğenmiyoruz. Bu da doğal olarak “son 700-800 yıldır izlediğimiz çizgi yanlış mıydı?”, “Orta çağ o kadar da karanlık değil miydi?”, “Fizik, Metafizikle desteklenmeli mi?” … benzeri sorulara yol açıyor.

Diğer yandan Aydınlanma-Bilim-Teknoloji çizgisinin bizi ulaştırdığı birçok olumlu şey de var. Örneğin doğayı çok daha iyi biliyoruz. Yaşam süresi uzadı, barınma, ulaşım, iletişim … gibi alanlarda çok olumlu gelişmeler sağladık. Öyle ki artık istesek de geri dönemeyiz! Kim sıcak evinden, otomobilinde, internetten, ilaçlarından-aşılarından vaz geçer? Ayrıca kişisel deneyimimiz, bireylerin zihinlerinden bağımsız bir fiziksel bir dünyanın varlığına işaret ediyor. Çevremizde gördüklerimiz “gerçek”. En basit açıklama genellikle en doğru açıklamadır, gereğinden fazla karışık açıklamalar, “belki de biz gölgeleri görüyoruz” gibi düşünce egzersizleri bizi nereye götürebilir? (Basit açıklamanın genellikle doğru olduğu konusunda daha derine dalmak isteyenler, Occam’ın Tıraş Bıçağı ilkesini_Occam’s Razor Blade Principle inceleyebilir).

Biz yine mağara alegorimize dönelim. Mağara duvarına zincirlenmiş olarak gölgeleri seyretmek, bu dünyada yasaklar ve dogmalarla çevrili olarak yaşamak, ancak öbür dünyada güzel bir yaşama kavuşabilmek, birçok kişiye pek uygun gelmedi. Dini konulara “mistik” yaklaşımlar gelişti. Hıristiyanlık’ta Aziz Augustinus (354–430), İslam’da Muhyiddin İbn Arabî (1165-1240), Yahudilik’te Isaac Luria (1534-1572) anılabilir. Bu din adamları genellikle “ışık kaynaklarına” ulaşmışlar, sevgi ve aşkla bağlanmışlar, hatta onunla bütünleşmişlerdir (Vahdet-i Vücud, Ene’l-Hak). Yani insanlık metafizik alanda da dogmatizmden bazı kaçış alanları oluşturmuş ve ahlak erdem, adalet, vicdan… gibi konularda hiç de yabana atılamayacak düşünceler biriktirmiş.

Belki de fizik ötesi, her zaman günlük yaşamımızda yer alıyor. Eğer bilim dünyasını (bence çok dar olarak) gözlem ve ölçmeye dayandırırsak, ileriye doğru yaptığımız her öngörü ve beklenti “bilimsel” değil. (Burada en belirgin Materyalistlerin, örneğin Marx’ın bile, ileriye dönük söylediklerinin “metafizik” kapsamında olabileceği akla geliyor)  

Ayrıca bilimsel yaklaşımda izlenen doğa olayı ile gözleyen arasında bir mesafe olmalı. Edebiyat, sanat, felsefe gibi konularda ise “içinde kaybolma”, “hemhal olma” gibi bir durum var. Sanırım hepimiz bazen bir müzik eserini dinlerken, bir şiir okurken, bir tiyatro yapıtı veya filimi izlerken bu “içinde kaybolma” durumunu yaşarız.

Ayrıca bilim dünyasının gözlem olanakları geliştikçe, bakış açısını değiştirebildiğini (daha cazip bir söylemle gerektiğinde paradigma değiştirebildiğini) görüyoruz: Aristoteles, Galileo, Newton, Einstein sistemleri bunun kanıtı olarak önümüzde.

Sonuç olarak ben; mühendislik, fizik, matematik eğitimi almış biri olarak materyalist bir değerlendirmenin pek çok alanda geçerli olduğuna; bu bakış açısının hiç ele almadığı veya beni bir yere götürmediği konularda ise metafiziğin yardımıma geldiğini söyleyebilirim. Aradaki çizgi ise tanımlanması zor ve çok subjektif.

Fizik-metafizik karşıtlığı konusuna, felsefenin bu eski ve çok kapsamlı konusuna, katkı yapamayacağımı biliyorum. Ama düşündüklerimi paylaşmak ve sizleri de düşünmeye çağırmak istedim.