Bir önceki yazıda ilkesel ahlak konusunda değinmiş, “içimizde bir ahlak yasası var mı” sorusunun yanıtını 17-18. Yüzyıl felsefesi - özellikle Immanuel Kant düşüncesinde arayıp, aynı soruya bilim, evrimsel biyoloji, özellikle primatlarda adalet (justice) ve haklılık (fairness - éqiuté) kavramı açısından bakmaya söz vermiştim. Şimdi bunu yapmaya çalışacağım.
Öncelikle bilim dünyasında başka bir dil görüyoruz. “içimizdeki” kavramı, “milyonlarca yılın süzgecinden geçip evrimleşen, GEN ve MEM’lerimize yereşen” kavramına dönüşüyor. İnsan ve yakın akrabaları, gruplar halinde yaşayan sosyal canlılar olduğuna göre, “dayanışma”, “yardım”, “sevgi”... gibi duyguların bunlarda gözlenmesi çok doğal. Ama “haklılık” ve “adalet” gibi kavramlar “kendine ait bir şeylerden vazgeçmeyi”, “fedakarlık yapmayı” gerektiriyor. Pekiyi bu özellikler nasıl gelişiyor?
İnsan beyninde milyonlarca yıl içinde neocortex bölgesinin önemli ölçüde büyüdüğünü, beynimizin yaşayan en yakın akrabalarımızdan şempanze beyninden yaklaşık üç kat büyük olduğunu ve bilişsel (cognitive) yeteneklerimizin çok geliştiğini biliyoruz. Böylece oldukça yakın akrabalarımız olan çeşitli primatları inceleyerek, onlarla oyunlar oynayarak, davranış ve tepkilerini gözleyerek sorumuzun yanıtını arayabiliriz.
Bilim insanları uzun yıllardır maymunları inceliyor. Örneğin Frans de Waal, bu çalışmaları yürüten, önde gelen isimler arasında. Günümüzde de YouTube’da “Frans de Waal: Moral behavior in animals” olarak ararsanız, ilginç videolarını bulabilirsiniz. Verilen aynı görevi başaran iki capuchin maymunundan birine üzüm, diğerine salatalık verilince, “hakkı yenen” maymunun isyan ettiği görülüyor.
Daha kapsamlı çalışmalar Oyun
Kuramından (Game Theory) ilham alan deneyler olarak beliriyor.
Oyun kuramı, basit haliyle, en az iki bireyin kararlarının birbirini etkilediği
ve bir dizi olasılığın söz konusu olduğu durumlarda ulaşılacak akılcı (rasyonel)
kararları inceliyor. Temel olarak matematik alanından kaynaklanan çalışmalar,
ekonomi, yönetim ve müzakere gibi alanlarda geniş uygulama alanı buluyor.
Ama burada bizi ilgilendiren, oyun kuramında geliştirilen bazı oyunların
primatlarla oynanması.
Adalet ve haklılık konusunda tasarımlanan en basit oyun, Ültimatom Oyununu (Ultimatum Game) ele alalım. Bu oyunda birbirini görebilen bir “Öneren” ile bir “Yanıtlayan” kişi var. Önerene bir miktar para gibi bir armağan verildiğini, bunu kendisi ile Yanıtlayan arasında bölüştürmesini, ama Yanıtlayan bu bölüşümü kabul etmezse ikisinin de hiç bir şey alamayacağının belirtildiğini düşünelim. Acaba bu durumda Öneren armağanı nasıl bölüştürür? Yapılan birçok deney sonucu olarak, Batı toplumlarında yetişkin bir Öneren, çoğunlukla kendine verilenin %40’ını Yanıtlayana iletiyor. Bu oran %20’nin altına düştüğünde Yanıtlayan, kendine verileni reddedip iki oyuncunun da hiçbir şey almamasını tercih ediyor. (C. Camerer, “Behavioral Game Theory: Experiments in Strategic Interaction”, Russell Sage Foundation; Princeton Univ Press, 2003)
Adalet duygusunun evrimsel gelişimi konusunu incelemek için benzer deneylerin (kuşkusuz meyve gibi ödüller verilerek) çeşitli maymun türleri ile yapılması çok yaygın.
Yıllar boyunca homo sapiens ve çeşitli primatlarla yapılmış birçok deneyi değerlendiren S. Bosnan’ın vardığı sonuç şöyle: “İnsanlar, benzerleriyle farklı muameleye uğradıklarında olumsuz tepki vermede yalnız değiller. Bu tepki, diğer türlerde de görülüyor ve başarılı bir işbirliğinde etkili oluyor. Bu davranış, evrimi anlamamızı ve kendi davranışlarımıza ilişkin içgörü geliştirmemizi sağlıyor. İnsan olmayan primatlar, insanlarla tam olarak aynı şekilde bir adalet duygusu göstermeseler de, karşılaştırmalı çalışmalar, adalet ve adaletin evrimi hakkında bilgi edinmemizi, insanlarda da bu yargılara ilişkin anlayışımızı geliştirecektir.” (S. Brosnan, “Justice and Fairness Related Behaviours in Nonhuman Primates”, PNAS, 2013). Bence burada “başarılı bir işbirliği” ifadesi çok önemli. Birlikte yaşam sürdüren bireyler için, “dayanışma”, “yardım”, “sevgi”... gibi kavramların yanında “adalet” de evrim konusu. Burada küçük bir not ekleyeyim: “Evrim” konusunu çoğu zaman bireylerin fiziksel özellikleri kapsamında düşünüyoruz. Oysa Richard Dawkins veya Susan BlackmoreBirinci bölümde, deneyci (empirist) J. Lock’u anıp, “insan düşüncesinin kaynağı algılardır” dediğini yazmıştım. (“Human Understanding”,Tabula Rasa tartışması, 1689). Akılcı (rasyonel) I. Kant ise “içimizdeki” ahlak yasasından söz etmişti. İkinci bölümde konuya bilim yönünden değindikten sonra, kendi fikrimi belirteyim: Kant veya benzer düşünürlerin yaşadığı çağda biyoloji, antropoloji, evrim, DNA, GEN, MEM... gibi konular henüz gündeme gelmediği için onların “insanın içinde” dediği birçok şeyin, çeşitli primatlarda milyonlarca yıllık evrim ile homo sapiense aktarıldığını düşünüyorum. Yani bence Locke haklı, “deneyimlerimiz kaynak”, ama milyonlarca yıl süren bir deney birikimi söz konusu! Kant da haklı, çünkü gerçekten birikim “içimizde”!