Bu kez beni çok düşündüren bir konuya değinmek istiyorum: “ilkesel ahlak açısından ‘doğru’ adil ve hakça olanı bilme konusunda “içsel” bir özelliğimiz var mı? Yoksa doğruyu / yanlışı yaşadığımız çevrede, aldığımız eğitimle mi öğreniriz?” İlkesel ahlak diye vurguluyorum. Çünkü bir toplumda geçerli olan ahlak kurallarının (normative ahlak) eğitimle öğrenildiğini biliyoruz. Doğru bir iş yaptığımızda içimizi bir mutluluk kaplar. Yanlış yaptığımızda ise belki bir mazeret bulmaya, yanlışımızı unutmaya çalışırız, ama bir yandan da pişmanlık duyarız. İşte içimizden gelen bu ses ne kadar “içimizde”?
Konu çok boyutlu bir nitelik taşıdığına göre en azından felsefe ve bilim açılarından yaklaşabiliriz. Uzun metinlerle sizleri sıkmak istemediğim için, bu yazıda konuyu felsefe –daha doğrusu yalnızca Kant felsefesi- açısından ele almaya çalışacağım. Bir sonraki yazıda da bu konuya bilimsel bir açıdan bakacağım.
Kuşkusuz bir felsefeci değilim. Felsefeyi yalnızca uzmanların anlayabileceği bir akademik dile sıkıştırıp “felsefe yapmaya” çalışmayacağım, zaten istesem de bunu yapamam. Gündelik yaşam içinde “içimde bir ahlak yasası var mı” diye merak ediyorum.
Ortaçağı geride bırakan Batı Avrupa, düşünsel ve toplumsal yaşamında çok ilginç bir dönüm noktası oluşturuyor. O döneme kadar arka planda bırakılmış insan ön plana çıkmış, okyanuslar aşılmış, bilinmeyen kıtalar keşfedilmiş, bilimsel buluşlar dünya görüşümüzü kökten değiştirmiş, dini dogmalardan bağımsız bir düşünce sistemi kurulmaya başlamış.
Kendimizi felsefe alanıyla sınırlarsak R. Descartes nesneyi deği özneyi merkeze alıp kendi aklından yola çıkarak Tanrıya ulaşmıştı (“Meditations”, 1641.); B. Spinoza ise panteizm kapsamında ters yönde hareket ederek, ben olmayandan başlayarak “Tanrı, evrenin – doğanın kendisi olabilir mi” diye sorgulamıştı (“Ethica”, 1677). T. Hobbes, toplum yönetimini gündeme getirmişti (“Leviathan”, 1651). J. Locke, deneyciliği (emprisizim) geliştirip, insan düşüncesinin kaynağını algılar olarak tanımlamıştı (“Human Understanding”,Tabula Rasa tartışması, 1689);
Başlangıçtaki soruya dönersek, 1600’lerin düşünsel alt yapısından ve oluşturduğu sorunlardan yola çıkan Immanuel Kant’ın ele aldığı temel sorunun “doğa yasalarının yanında evrensel bir ahlak yasası da var mı? Kutsaldan arındırılmış düşünce sisteminde Tanrı’nın yerini akıl alabilir mi?” sorusu olduğu söylenebilir. Zaten yazdığı 10’dan fazla büyük eserin kronolojisine bakıldığında Ahlak Felsefesi ile zirveye ulaştığını görüyoruz: Saf Aklın Eleştirisi (1781), Aydınlanma Nedir (1784), Pratik Aklın Eleştirisi (1788), Yargı Yetisini Eleştirisi (1790), ... ve Ahlak Felsefesi (1797).
Kant, “Salt Aklın Eleştirisinde” somut konuları, doğa yasalarını ele alır. Öncelikle “özgürlük-freedom” ve “nedensellik-causality” konularına değinelim.. Ahlak Yasası, bu tür yasalardan farklı olmalıdır. Eğer ahlak yasası, cisimlerin kütle çekim yasasına tabi olması gibi doğa yasalarında gördüğümüz katılıkta bir zorunluluk ve nedensellik içerseydi özgürce seçim yapıp aklımızı kullanmamız gerekmezdi. Kimseye boyun eğmeden insan, kendi Ahlak Yasasını koyabilir (aklını kullanmaya cesaret et - sapere aude kavramı).
“Pratik Aklın Eleştirisi”nde ise davranış ve kararlarımızı ele alır. Bu alan daha özgürdür, deterministik değildir . Ahlak Yasası kuşkusuz bu kapsamdadır. Kant’ın –bu nota kaynaklık eden ünlü anlatımı da burada ye alır: “İki şey üzerine sık sık eğilip ısrarla düşünülürse, insanın ruhsal yapısını hep yeni, hep artan bir hayranlık ve korkunç bir saygıyla dolduruyor. Üzerimdeki yıldızlı gök ve içimdeki Ahlak Yasası”. İnsan, özgürdür, ama bu özgürlük keyfilik değildir. Özgürlüğünü aklını kullanarak kazanır ve aynı akıl Ahlak Yasasına uygun davranmasına da yol açar.
Kant’ın Ahlak Yasası bize doğrudan ne yapmamız veya ne yapmamamız gerektiğini söylemiyor, ama bu konudaki ilkeleri vurguluyor:
· Ahlaklı eylem bütün insanlar için geçerli evrensel ilke ve yasaya uygun olmalıdır. Her zaman, her toplumda, her kültürde, bütün insanlar için önek olmalı ve herkes böyle davrandığında sorun olmamalı.
· Kişi, ahlaklı eylemi sadece kendisi için yapmalı. Uzun / kısa vadeli bir kazanım peşinde veya bir cezadan kaçmak için yapmamalı.
Kant, ilk bakışta aralarında hiçbir ilişki göremediğimiz “estetik” ve “geometri” ile “Ahlak Yasası”arasındaki ilişkiye dikkat çeker.
Güzel bir manzarayı veya güzel bir sanat eserini beğenmek konusunda geniş ölçüde birleşiyoruz. Bir nesneyi “güzel” bulduğumuzu düşünelim. Bu özellik nesnede değil, bizde uyandırdığı etkidedir. Bu duygu da aşkın, dünyanın sınırlarını aşan (transandantal) bir niteliktedir. İzlediğimiz nesne hakkında estetik bir yargı olarak “güzel” yargısına ulaşmamız, ortak duyumuz (sensus communis) olduğunu gösteriyor. Güzellik ile yücelik bize hakiki bir ahlak duygusu ve bir özgürlük tecrübesi verir. Hatta bu “ortak görüş”, insan olarak sosyalliğimizin bir kanıtı olarak düşünülebilir (Luc Ferry’nin homo esteticus kavramı). Burada “güzellik, bize insanlığın olup olmadığını öğretir” diyen, Kant’ın 150 km ötesinde yaşayan çağdaşı F. Shiller’i hatırlayabiliriz.
Benzer biçimde Kant’a göre evrensel Ahlak Yasası ile geometri teoremlerinin doğruluğunu herkesin akıl yoluyla kabul etmesi arasında bir ilişki vardır. Antik çağlardan beri “herşeyin bir kuralı olduğunu” bize gösteren geometridir. Birçok felsefe / mantık metninde argümanların sonunda “kesinlikle kanıtlanmıştır” (QED - quod erat demonstrandum) ifadesini görülür. Geometrinin, birçok felsefeciyi büyülediğini, örneğin yukarıda adını andığımız B. Spinoza’nın ölümünden sonra yayınlanmış (1677) kısaca “Ahlak - Ethica” olarak bilinen ünlü eserinin tam isminin “Geometrik Düzene Göre Kanıtlanmış ve Beş Kısma Ayrılmış Ahlak” olduğunu belirtmeliyiz. Sanırım geometrinin, ayrı yazı konusu olması gerekiyor.
Batı felsefesinde çok büyük bir ağırlığı olan, adeta düşünce tarihini Kant’tan önce ve Kant’dan sonra diye ikiye ayırmış olan bu felsefeci ve Ahlak Yasası konusu bitmez. İyisi mi mezar taşında yazan şu satırlarla -bir de bilim açısından bakmak üzere- konuyu şimdilik sonlandıralım:
IMMANUEL KANT (1724-1804) Königsberg,
İki şey var ki, ruhumu hep yeni, hep artan bir hayranlık ve müthiş bir saygıyla dolduruyor:
Üstümdeki yıldızlı gök ve içimdeki Ahlak Yasası...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder