Tarihsel birçok kişilik gizemli yönleriyle ilgi çeker. Benim
hemen aklım gelen isimler, Lucrezia Borgia (1480-1519), Marlborough Düşesi
Sarah Churchill (1660-1774), Casanova (1725-1798).
Lucrezia Borgia Makyavel’ci politikalar, seks skandalları ve
Papalık çılgınlıkları arasında geçen 39 yıllık kısa ömrüyle Rönesans
İtalya’sının. Sarah Churchill İngiliz kralının idam edilip parlamenter düzene
geçildiği (1649), tekrar krallığın kurulduğu (1660), görkemli devrimin yapıldığı
(1688), İngiltere’nin İskoçya ile birleşerek Büyük Britanya’nın oluşturulduğu
dönemde yaşadı. Önce Prenses sonra Kraliçe Anne (1665-1714) üzerindeki etkisi,
dostluğu ve düşmanlığı ile efsanevi bir arkadaş olmuştu. Kraliçe’nin ardından veliahtsız kalan Büyük
Britanya’nın çalkantılarını ve bir Alman’ın kralı olmasını da yaşadı (1714). Ya Casanova’ya ne demeli? Yetmiş üç yıllık
yaşamına 4800 kadın sığdıran bu çapkın, dolandırıcı, sanatçı, casus, serseri,
kumarbazın… Venedik, Roma, Madrit, Amsterdam, Petersburg, Paris, Napoli,
İstanbul, Berlin, Londra, Varşova ve Barselona’da yaptıkları 1200 sayfayı
aşıyor.
Şimdi bunların Piri Reis ile ne ilişkisi var diyeceksiniz.
Benim de tam olarak demek istediğim bu. Hiçbir ilişkisi yok! Bu gizemli
kişilerin yaptıkları söylentilere dayalı bulanık işler. Piri Reis ise
haritasıyla, kitabıyla ne yaptığı ve yapmak istediği bence çok belirgin bir
kişi. Yaptıklarını inceleyip bu büyük adamdan ders alacağımıza haritasına türlü
gizemli yorumlar getiriyoruz. Örneğin Amerika kıtasını gösteren haritanın o
çağda bilinmeyen gizemleri içerdiğini, uzaylılarca hazırlandığını veya Piri
Reisin büyük bir hazineyi Çanakkale’de sakladığı öne sürüyoruz. Bir kere Piri
Reis’in ünlü haritasını hazırladığı dönemde Okyanusları ve Amerika kıtasını gösteren
başka haritalar da var. Ayrıca Piri Reis açıkça Kristof Kolomb haritasından
yararlandığını söylüyor. Piri Reis’in Akdeniz kıyılarının portolanı, Kitâb-ı Bahriye’de (1513) (Kolomb)
“Kolon”u kaynak gösteriyor:
“Varub
Antilye’yi eder aşikar
Dahî
sonra durmaz açar ol ili
Şimdi
meşhur eylemiştir pl yolu
Hartısı (Haritası) ta kim ânın geldi bize”
Zaten
günümüzün tarih kaynakları “Kolomb ile üç kez Amerika'ya
gitmiş bir İspanyol, bir savaş sonrasında Piri Reis'in
amcası Kemal Reis'e esir düştü ve Kolomb'un keşfettiği Amerika
kıyılarının haritasını amcasına verdi. Piri Reis bu
haritadaki bilgilerden yola çıkarak 1513'de ilk dünya haritasını çizdi” diye yazıyor.
Bunları belirterek Piri Reis’i küçültmek
istemiyorum. Tersine ne kadar önemli olduğunu vurgulamak istiyorum.
İsterseniz önce yeni topraklara ulaşmak için İber yarımadasında yürütülen
çabalar ve bunların nedenlerinin Piri Reis tarafından ne kadar güzel teşhis edildiğine
ve Kitâb – ı Bahriye’de yazıldığına
bakalım:
“O
denizi şöyle ki siz bulasız
Dürlü
ma’denlere kadir olasız”...
“Dir
ki evvel Hind yolın çok araduk
Arpa – arpa kıl be-kıl hep taradık”..
Ümit Burnu’nu “meydan (yol) başıdır Hind yoluna” olarak
anar.
Hatta bu çalışmaların bilimsel altyapısının da farkındadır Piri Reis:
“Bunu
(Çin yolunu) evvel bulmadı kimse ey yar
Şimdi
anda her fünûn (bilimler) üzre tamam
Şuğeder hep keştibanân (bütün denizciler -bilmle- meşguldür) her zaman”
İber yarımadası hem Akdeniz gemiciliğini hem de Okyanus
gemiciliğini yaşayan; Katolik niteliğinin ağır basması öncesinde Müslüman ve
Musevi kültürlerinin yoğrulduğu bir yarımadadır. Bu özellikleri ile XV.
Yüzyılda İber yarımadasında denizcilikte çağ açan bir sentez oluştu. Portekizliler
Afrika’nın Batı kıyıları izleyerek adım adım Güney’e ilerleyip Ümit Burnunu
dönerek Hindistan’a ulaştılar (Vasco de
Gama – 1498). İspanyollar ise
Batı’ya yönelip Amerika kıtasına ayakbastılar (Kolomb – 1492). [Bizim
açımızdan bence yaşamsal olan bu sentezi bloğumda özel bir bölümde
inceliyorum].
Yukarıdaki satırlarda Piri Reis’in “madenlere sahip olma”, “Hindistan’a
Çin’e ulaşma” ve “adım adım ilerleme” olarak anlattığı İber yarımadasındaki
işte bu gelişmelerdir. Bence Piri Reis’in en önemli yönü ve öngörü niteliğinin
belirgin kanıtı budur.
PİRİ REİS YALNIZ DEĞİL
Akdeniz, Kızıldeniz ve Basra’da seyreden denizcilerin,
Venedik, Genova’da alış veriş yapan tüccarların, savaş ve barış içinde
Avrupa’nın çeşitli ülkeleriyle sürekli temas halindeki Osmanlı’nın Avrupa
denizcilik teknolojisindeki gelişmeleri izlediği belirgindir.
Her şeyden önce XIV ve XV. Yüzyıllarda sürekli olarak Osmanlı
donanmasındaki gemi ve tersanelerin arttırıldığını ve donanmaya büyük önem
verildiğini görüyoruz.
Bilimsel altyapı olarak astronomi (ilm-i heyet), coğrafya
ve haritacılık alanlarında önemli adımlar atıldı. Avrupa’da okyanusa uygun yelkenli gemilerin
yapıldığı da gözlendi:
- Fatih, Ali Kuşçu’yu (öl.1474), Semerkant’taki Uluğ Bey rasathanesinden çağırdı. Aynı rasathaneden gelen Fethullah Şirvaî ile birlikte astronomi alanında büyük bir bilgi odağı oluşturdular.
- Yine Fatih Claudius Ptolomeus (Batlamyus)’un ünlü coğrafya kitabını Trabzon’lu Gorgios Amirokis’e Yunancadan Arapçaya çevirtti (1465)[1];
- Muvakkit Mustafa Çelebi’nin Âlamü-l-ibâd fi Ahbari-l bidât adlı yapıtı (1524) önemli astronomi bilgilerini derledi.
- Seydi Ail Reis’in Kitab el-muhit fi ilm el-eflak ve’l-ebhur, (1554) kozmografya ile başlayıp Aden, Umman, Hint Okyanusu bölgesini anlatır. Ayrıca Mir-at-ı Kâinat adlı yapıtı tümüyle astronomiye ayrılmıştır.
- Emîr Mehmed el-Suûdi yenidünyaları anlatan Târih-i Hind-i Garbî (1583) adlı kitabının birçok yerinde bu toprakların bir gün Osmanlı egemenliğine gireceğini umut ettiğini yazar[2].
- Takıyüddin ibn Mâruf (1526 – 1585) İstanbul Tophane’de bir rasathane yaptırdı (1575). Bunun donanım olarak ünlü astronom Tycho Brache’nin Danimarka’da kurduğu gözlemevinden hiç de geri kalmadığı belirtilir[3]. Bu gözlemevinde çalışıp birçok gök cismini izleyen Takıyüddin, sinüs, tanjant, kotanjant gibi trigonometrik fonksiyonların ondalık kesirli tablolarını da hazırladı. Kopernik’in (1473 -1543) çalışmalarında bu trigonometrik fonksiyonların olmadığını, batıda ondalık kesirleri ilk kullanan Hollandalı Simon Stevin’in (1548 – 1620) 1585’de yayınlanan De Thiende (Ondalık) adlı kitabında ise trigonometrik fonksiyonların yer almadığını belirtelim[4].
- Kâtip Çelebi (öl. 1657) Girit savaşı sırasında donanmanın coğrafya bilgisinin yetersiz olduğunu gözleyip Cihan-nümâ’yı yazdı (1654). Bütün çağdaş atlasları inceledi ve Merkator’un Atlas Minor’unu çevirdi.
- Ebu Bekr Behram el Dımaşkî (öl. 1691) de Blaeu’nun Atlas Majeur’unu tercüme etti.
- 1593’de yeni İngiliz Elçisini getiren gemiyi, devrin tarihçilerinden Selanikli Mustafa büyük bir hayretle izler: “İstanbul limanında o zamana dek hiç görülmemiş bir gemiydi. 3700 deniz mili aşmıştı ve diğer silahlarının yanında 83 top taşıyordu ... Çağın o zamana dek görülmemiş ve kaydedilmemiş bir harikasıydı”[5].
- Atlas Okyanusu tipi yelkenli gemiler ticari amaçlarla da olsa oldukça uzun bir süredir Akdeniz’de dolaşıyordu. 1495’de Cadiz- Sakız arasında[6], 1532’de Hollanda – İngiltere – Doğu Akdeniz rotasında[7] sefer yapan gemilerin kayıtları vardır. Barbaros’un 1530’da tuz yüklü iki Biskay navesini batırdığı da belirtilebilir[8].
Kısacası Akdeniz’deki başarıları bilinen Osmanlı denizcileri
Akdeniz’den çıkıp Okyanuslara da yönelmek istediler:
- Süveyş kaptanlarımız Piri Reis 1551’de Hint Okyanusuna uzanıp Portekiz’le mücadele etti. Hürmüz’deki Portekiz üssünü yıkamadı; donanmasının büyük kısmını yitirerek Kahire’ye döndü ve başarısızlığı öne sürülerek idam edildi.
- Ardından 1552’de Murat Reis, Hürmüz açıklarında Portekiz gemileri ile çatıştı
- Ve nihayet Seydi Ail Reis bin bir zorlukla 1553’de Hindistan’a ulaştıysa da o da kalan birkaç gemisini terk ederek karadan İstanbul’a dönmek zorunda kaldı. Bu girişim Osmanlı’nın Hint Okyanusundaki son girişimi oldu.
- Benzer biçimde Atlas Okyanusuna çıkma konusunda da birkaç girişim yapıldığına ilişkin görüşler var[9]. Koca Murat Reis’in 1585’te Cebeli Tarık’tan geçip Kanarya adalarına saldırdığı, 1620’lerde Akıncı Korsan Murat Reis’in İngiltere’de Hard Land burnunun 11 mil açığındaki Lundy adasını üs yaptığı belirtiliyor[10].
- Mir Ali Bey kumandasında bir filo 1585’de Afrika’nın doğu kıyılarına ulaştı. Mogadişu, Barava Cumbo ve Ampaza’yı ele geçirdi. Mombassa hükümdarı padişaha tabi olduğunu ilan etti. Ama 1589’da yerliler ayaklandı ve “... aralarında bizzat Mir Ali Bey’in de olduğu, Portekiz gemilerine sığınabilen Türkler, zencilerin elinden kurtulabildi”[11].
EVET OSMANLI’DA ÇALIŞMALAR VAR AMA
YETERLİ Mİ?
Yukarda anılan girişimlerin çok önemli olduğunu vurgulamakla
birlikte çabaların yeterli ve kalıcı olduğunu söyleyemiyoruz. Yine birkaç örnekle bu yetersizliği
vurgulamak gerekirse aşağıdaki konulara değinebilir:
Fatih Sultan Mehmet’ten sonra (II Mehmet) tahta oturan II
Bayezid, Fatih’in başladığı bilimsel girişimleri sürdürmedi.
Örneğin doğa bilimleriyle uğraşan Molla Lütfi dinsizlikle suçlanıp 1494’te idam
edildi[12].
Donanmada Basra – Hint Okyanusu bölgesinden Süveyş
Kaptanlığı sorumluydu. Bu yönetim
merkezinin uzaklığı bile Hint Okyanusunda Portekiz ile gerçekten
mücadele etmek için yeterli azmin gösterilmediğinin belirtisidir. Braudel bu konuda şunları yazıyor: “...
Kuşkusuz Türkiye iyi ve korkulacak bir donanmaya sahipti. Fakat Osmanlı’lar Hint Okyanusuyla ancak
Kızıldeniz aracılığıyla temas kurmaktaydılar ve denizcilik tekniği
Akdenizliydi. Bu durumda Türkiye Hint
Okyanusundaki rakipleriyle Akdenizli bir malzemeyle, önce sökülüp, sonra
kervanlarla Süveyş’e taşınarak orada yeniden takılan ve suya indirilen
kadırgalarla başa çıkmaya uğraşmıştır.... Böylece Hint Okyanusu kadırga ile
yelkenli arasındaki oldukça ilginç bir mücadeleye tanıklık etmiştir.”[13]
Özellikle üç Süveyş Kaptanımızın Piri Reis, Murat Reis ve
Seydi Ail Reis’in Umman – Basra – Hint Okyanusu bölgesindeki çabaları
donanmamızın teknelerinin bu denizlere uygun olmadığını, çok daha uzaklardan
gelen Portekiz yelkenlilerinin bölgede daha başarılı olduğunu gösteriyor.
Gösterilen çabaların kalıcı olamadığının üzücü bir örneğini
ise yukarda büyük emeklerle kurulduğunu belirttiğimiz gözlemevinin kuruluşundan
yalnızca 5 yıl sonra 1580’de yıktırılmasıdır. 1550’de gözlemevinin
kurulmasının ardından 1577’de bir kuyruklu yıldızın görülmesi ve 1578’deki veba
salgını bahane edildi ve “gökyüzündeki hareketini izleyen bu gözlemevlerinin
kaynağı olan Semerkant’taki gözlemevinin de Uluğ Bey’e uğursuzluk getirdiği”
öne sürüldü. Gözlemevinin özellikle
denizciliğe yararlı olması beklenirken 1580’de Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa’ya
topa tutturulması da ayrıca kara bir leke olmuştur.
Bu dönemde elimize geçen fırsatlar da değerlendirilemedi. Bu konuda da iki örnek verebilirim. Kristof
Kolomb, Atlas Okyanusuna açılmak için yaptığı öneri Portekiz kralı tarafından onaylanmayınca
devrin Osmanlı padişahı II Bayezid’e aynı öneriyi sundu. Sultan, karşısına
çıkan bu delidolu insanı ciddiye almadı ve talebini reddetti. İkinci örnek ise
Kanunî döneminden verilebilir. Günümüz Malezya - Endonezya bölgesindeki Müslüman
devletler (örneğin Aça veya Açın sultanı Alaüddin) Kanunî’ye elçi gönderip
Portekiz baskısı karşısında yardım istediler (1565). Önce Zigetvar seferi ile meşgul olan Osmanlı
gerekli ilgiyi gösteremedi. İki yıl
sonra Süveyş kaptanı Kurdoğlu Hızır Bey görevlendirildi ama Yemen’de bir isyan
çıkınca bu yardım da gerçekleşemedi.
Konuya gemi yapım teknolojisi açısından baktığımızda büyük
bir “gecikme” görüyoruz. XVI. Yüzyıl
ortalarında yelkenli gemiler Osmanlı tarafından “biliniyordu” ve
tersanelerimizde bu tip gemilerin yapılması da pekâlâ mümkündü. Batılı araştırmacılar, “1571’deki İnebahtı
savaşında daha büyük ve daha güçlü silahlarla donatılmış yelkenli gemilerin geleneksel
kadırgaya üstünlüğü görüldükten ve Akdeniz’e kıyısı olan devletlerin
donanmalarında bu tür gemiler kullanılmaya başladıktan sonra, Kâtip Çelebi’nin
anlattığına göre Girit savaşı sırasında 1647’de ilk kez Tersane-i Amire’de
büyük kalyonlar inşa edilmişti. 1657’de
Çanakkale önlerinde üç gün süren deniz savaşında, İtalyan kaynaklarınca vascelli diye adlandırılan 29 büyük
yelkenli gemi (bunlardan beşi üç direkliydi) Osmanlı donanmasında yer aldığına
göre, tersanede yeni gemilere geçişte zorluk çekilmişe benzemiyor” diye yazıyor[14].
Benzer biçimde yelken hakkında bizim
kaynaklarımız da 1651 – 1655 dönemi için “Yelkenin kıymetini takdir eden Ali
Paşa zamanında bizim donanmada da yavaş yavaş kürekten yelkene geçilmeğe
başladı” denilmektedir[15]. Burada belirtilen tarihin geçliği ve “yavaş
yavaş” anlatımının oldukça dikkat çekici olduğu vurgulanabilir.
Bazı tarihçilerimiz daha da kötümser tarihler veriyor:
“Kalyon Osmanlı’da 1682’de yapılmaya başladı.
Kalyon yapımına Kaptan–ı Derya
Mezomorto Hüseyin Paşa önem verdi ve 1694’de donanmamızda 20 kalyon ve 24
çektiri vardı”[16].
AKDENİZ VE OKYANUSLARDA EGEMENLİK
Osmanlı’nın denizcilik bilgi ve teknolojisini geliştirme
yönünde sürekli ve kalıcı çabalar gösterememesinin ardında kuşkusuz bu yönde
bir gereksinimi ve stratejisi olmaması yatar.
İmparatorluğun askeri ve ekonomik hedefleri daha uzaklara gidecek bir
donanma ve ticaret filosuna gerek duymuyordu.
Stratejik olarak donanmanın Akdeniz’de sağladığı üstünlük
Osmanlı hedefleri için yeterliydi.
Donanmanın temel görevi geniş ve güçlü kara kuvvetlerini, çıktıkları
büyük “fetih” seferlerinde desteklemekti.
Kürekli kadırgalar Akdeniz’de uygulanan deniz savaşı taktiklerine çok
uygundu. Birçok çatışmada hantal yelkenliler rüzgâr beklerken koylardan çıkan
kürekli kadırgalar ani saldırılarla başarı sağlamıştı[17].
Zaten yüzyıllardır Akdeniz, karşı tarafın ticari gemilerine
saldırarak “guerre de course – commercial
raiding” olarak anılan bir tür vur – kaç mücadelesine sahne oluyordu[18]. Her ülkenin korsanları vardı ve kendi ticareti
gemilerini ve sahillerini karşı tarafın korsan saldırılarından korumak başlıca
ticari amaçtı. Kışları deniz ulaşımı
durur, yazları da gemiler çoğu zaman sahilden pek uzaklaşmadan seyrederdi.
Kısacası o çağda Akdeniz, ünlü deniz stratejisi kuramcısı A.
T. Mahan’ın XIX. yüzyılda “deniz gücü” kavramında tanımladığı biçimde[19]
“kontrol altına alınmaya”, “düşman donanmasını tümüyle yok edip limanlarını
abluka altına almaya” uygun değildi[20].
Deniz yollarının ticari değeri açısından da Osmanlı’nın bir
stratejisi yoktu. Yukarda Portekiz ve
İspanya örneklerinde belirtildiğinin aksine altın – gümüş talanı, baharat -
ipek – köle ticareti için koloniler kurmak – köle emeği ile oluşturulan
plantasyonlarda pamuk – tütün üretmek gibi konular Osmanlı ekonomisi için bir
itici güç değildi.
XVI. Yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı’nın gemicilik
teknolojisinde geri kaldığına ilişkin bazı uyarı işaretleri gelmeğe
başladı. Örneğin Malta’yı alamadık
(1565) ve daha önemlisi İnebahtı (Lepanto)
yenilgisi (1571) ile teknolojik açıdan geri kalmanın belirtileri gözlenmeye
başladı[21]. Girit adasının tümünü ele geçirmek için
1645-1669 yılları arasında uğraştık. Bu dönemde Venedikliler Bozcaada ve
Limni’yi alarak Çanakkale boğazını kapattılar[22].
Bu dönemde Avrupa’da da denizciliğimizi ilgilendiren
gelişmeler oldu. 1559’da Habsburg – Valois hanedanları arasındaki Cateu
Cambresis anlaşması imzalandı ve Fransa’nın 1540’larda “dost” olan sahilleri
Osmanlı donanmasına kapandı. Yukarıda değindiğimiz
gibi, Osmanlı’nın 1550’lerde Hint Okyanusundaki girişimlerinin sonuç
vermediğini ve İber yarımadasında gelişen teknolojinin Osmanlı denizciliğini
yendiğini gözlüyoruz. Zaten XVII. Yüzyıl
başında Doğu Akdeniz’deki Osmanlı’nın dikkati İran’a, Batı Akdeniz’deki
İspanya’nın dikkati de okyanus aşırı yenidünyalara yöneldi ve Akdeniz’deki
büyük çatışma sona erdi.
Eğer Osmanlı’nın karadaki ilk önemli geri adımını 1699
Karlofça (Sremski Karlovci) olarak
kabul edersek, daha ileri bir teknolojinin söz konusu olduğu denizde, ilk
uyarıları yüz yıl kadar önce aldığımızı söyleyebiliriz.
KISACASI
Osmanlı’nın yükselme devrinde donanmanın kendi üzerine düşen
görevi yerine getirdiği belirtilebilir.
İmparatorluk Avrupa içlerinde ilerlerken, Burak Reis (öl. 1499), Kemal
Reis (öl. 1512), Oruç Reis (1470 ‑ 1518), Hayrettin Paşa (Hızır Reis,
Barbaros öl. 1546), Turgut Reis (1485 ‑ 1565), Piyale Paşa (öl. 1578)
gibi büyük denizciler Akdeniz’de büyük başarılar elde ettiler.
XVI. Yüzyılın ortasına dek Osmanlı’da denizcilik –
haritacılık – astronomi gibi alanlardaki çalışmaların oldukça yoğun olduğunu ve
“Akdeniz gemicilik teknolojisi” açısından çağın hiç de gerisinde kalınmadığını
gözlüyoruz. XV. yüzyılın sonundan
başlayarak Batı Avrupa’da ise -önceleri oldukça geri bir teknolojik düzeyle
bile olsa- okyanuslara açılma – keşifler - dönemi başladı. Ardından da önlerine açılan bu geniş ufuk
için yetersiz kalan bilim ve teknoloji yoğun ve örgütlü çabalarla geliştirildi. Köle ticareti, altın yağmacılığı, ipek,
baharat ticareti, kolonilerdeki üretim ... gereken finansmanı[23]
sağladı ve pazarı büyüttü. İşte bu andan
itibaren artık Osmanlı denizciliği yarışta gerilere düşmüş ve yetişme umutları
da yitirildi.
Bu nedenle XVI. Yüzyıl ortalarında Piri Reis, Murat Reis
(öl. 1609), Seydi Ali Reis (1498 – 1563) gibi büyük denizcilerin
Akdeniz’in ötesine uzanan girişimlerini hayranlıkla izliyoruz. Bu denizciler yalnızca kaptanlıktaki
hünerleri ile değil denizle ilgili bilimlerde de üstünlüklerini
sergilemişti. Kolomb’un birinci Amerika
seferinden yalnızca 20 yıl sonra Piri Reis’in ünlü haritasını çizmesi, Seydi
Ali Reis’in astronomi çalışmaları, her ikisinin de yazdıkları coğrafya
yapıtları uzak görüşlerinin ve çok yönlü kişiliklerinin önemli kanıtlarıdır.
Ne yazık ki bu tür çabalar Osmanlı’nın temel çizgisini
değiştirmekte yeterli olmamış ve denizciliğe stratejik ve teknolojik bakışta
bir değişikliğe yol açamamıştır.
Piri Reis ile başladığımız sözlerimizi yine onunla
bitirelim. Piri Reis, dönemin padişahı Kanuni Sultan Süleyman'ın fermanı
üzerine 80 yaşında 1554'te boynu vurularak idam edildi ve mirasına devletçe el konuldu. Tarihçilerin bunun gerekçeleri üzerinde farklı
tezleri var. Ama acı gerçek boynunun vurulması! Piri Reis’in beklenenin çok
ötesinde, üstün bir kişi olduğunu söyleyebiliriz. Her halde günümüzde bile onun
gizemli bir kişilik olarak görülmesinin altında bu yatıyor.
[1] Kitovolus’un Tarih-i Sultan Mehmed-i
Sani’den aktaran İ. Hakkı Uzunçarşılı, “Büyük
Osmanlı Tarihi”, TTK Yayınları, Cilt 2, s. 605.
[2] Güler Eren (Ed.) Cilt 8,
s. 356
[3] Güler Eren (Ed.)
[4] Güler Eren (Ed.)
[5] Selanikli Mustafa Efendi
“Tarih – i Selanik”, Ed. Mehmet
İpşirli, (İstanbul, 1989) Cilt 1, s. 334.
[6] Jacques Herrs, “Genes au XVe
Siecle. Acitivité Economique et
Problemes Sociaux”, Paris, 1961, s. 496.
[7] Eugenio Alberi, “Relazioni degli
ambasciatori veneti durante il secolo XVI”, Floransa, 1839.
[8] Fernand Braudel, “Akdeniz ve Akdeniz
Dünyası”, (Çev. M. A. Kılıçbay), Simge Kitabevi, 1993, Cilt 1, s. 714.
[9] Dimitri Kantemir, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Yükseliş ve Çöküş Tarihi”, (Latince ilk
basımı 1714 – 1718), Kültür Bakanlığı, 1979 Basımı, Cilt 3, s.306.
[10] S. S. Altıer, “Osmanlı Bahriyesinin
Yelken Devri ve Türk Korsanları”, Boğaziçi Yayınları.
[11] Fernand Braudel, “Akdeniz ve Akdeniz
Dünyası”, (Çev. M. A. Kılıçbay), Simge Kitabevi, 1993, Cilt 2, s. 598.
[12] İlhan Tekeli, “Türkiye’de
Yüksek Öğretimin ve YÖK’ün Tarihi”, Tarih Vakfı Yayınları, 2010, s. 60.
[13] Fernand Braudel, “Akdeniz ve Akdeniz
Dünyası”, (Çev. M. A. Kılıçbay), Simge Kitabevi, 1993, Cilt 2, s. 597.
[14] Wolfgang Müller-Wiener,”İstanbul
Limanı”, Türk Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, 1998, s.49-50.
[15] N. Olgaç, “Türk Deniz Tarihi Özeti”,
TC Deniz Basımevi, İstanbul, 1952. (s. 71)
[16] S. S. Altıer, “Osmanlı Bahriyesinin
Yelken Devri ve Türk Korsanları”, Boğaziçi Yayınları.
[17] Durum İnebahtı (1571) dan itibaren değişmeye başladı. Büyük yelkenlilere yerleştirilen uzun
menzilli çok sayıda top kadırgaları yaklaşmadan batırma yeteneği kazandı.
[18] Molly Greene, “Catholic Pirates and Greek Merchants”,
Princeton University Press, 2010.
[19] Alfred Thayer Mahan, “The Influence of Sea Power in History”,
1890.
[20] Belleklerimize kazınan
“Akdeniz’in bir Türk gölü” olması bu açıdan bana pek de gerçekçi görülmüyor.
[21] Victor Davis Hanson, “Batı Neden Kazandı?
– Katliam ve Kültür”, Çev. Ali Çakıroğlu, Aykırı Yayıncılık 2003.
[22] Köprülü Mehmet Paşa ve
Topal Mehmet Paşa’nın bu kuşatmayı aştığını, Köprülü Fazıl Ahmet Paşanın da
Girit’in tamamını ele geçirdiğini (1666) belirtelim. XVII. Yüzyılın ikinci
yarısının özellikle Venedik öncülüğündeki haçlı donanması ile mücadele içinde
geçtiğini belirtebiliriz. Ama bu dönem bu çalışmanın sınırları içine girmiyor.
[23] “Örneğin deniz taşımacılığı, XVIII. Yüzyılda İngiltere’de kömür nakliye
giderini yirmide bire indirdi. M. Flinn “The
History of the British Coal Industry”, Cilt 2, 1984.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder