Geçtiğimiz günlerde Nobel ödülleri verildi, geçen gün de
gazetelerde Stockholm Belediye binasının Mavi Salonundaki 1300 kişilik görkemli
akşam yemeğinin fotoğrafları yer aldı. Nobel Fizik, Kimya, Tıp, Ekonomi ve
Edebiyat ödüllerinin sahiplerini İsveç Kraliyet Akademisi belirliyor ve ödül
İsveç Kralı Carl XVI Gustav imzalı bir belge ve çek alıyorlar. Barış Ödülünün
sahibini ise Norveç’teki özel bir komite belirliyor ve Oslo’da Norveç kralı
Harald V tarafından veriyor. Yani Nobel oldukça “krali” bir gelenek. Bu yıl
özellikle barış ödülünün Avrupa Birliğine verilmesi tartışma yarattı. Avrupa’da
büyük ülkelerin son 60 yıldır birbirleriyle savaşmadıkları bir gerçek. Bunda
AB’nin katkısı da olabilir. Diğer yandan bu ülkelerin birçok “uluslararası”
çatışmada, bombalamada, işgalde, darbede, ülkelerin parçalanmasında ABD liderliğinde
görev aldıklarını; ayrıca kendi kıtalarında Balkanlardaki çatışmalarda sicillerinin
hiç iyi olmadığını da biliyoruz. Uzmanlar AB’nin ekonomik kriz içinde olduğu
günümüzde bu ödülün “moral” vermek için verildiğini söylüyorlar! Yalnızca
onlarım morale gereksinimi var her halde.
Ne Nobel ödülüne ne de başka ödüllere karşı olumsuz bir
tavrım yok. Ama ödülleri almayı ret edenlere karşı da özel bir saygım var sanırım.
İlk aklıma gelen isim Jean Paul Sartre. 1964’de “Resmi ödülleri kabul etmediğini, ‘kurumsallaşmak’ istemediğini”
söyleyerek Nobel Edebiyat ödülünü reddetti.
Bende en derin iz bırakan olay 1973 Nobel Barış ödülü
olmuştu. Kanlı Vietnam savaşında ABD adına Henry Kissinger ve Kuzey Vietnam
adına Le Duc Tho 1973 Ocak ayında Paris Barış Tutanağını imzalayıp silah
bırakmayı kabul etmişti. Bu gelişmenin Türkiye’de bizleri bile büyük bir
sevince boğduğunu hatırlıyorum. ABD’nin bölgeden çekilmesini beklerken bombalamaya
devam ettiği haberleri gelmeye başladı. Biz daha ne olduğunu anlamaya
çalışırken Nobel Barış Komitesi 1973 Ağustos ayında Kissinger ve Le Duc Tho’ya
Nobel barış ödülü verileceğini açıkladı ve Le Duc Tho hemen ret etti[1].
Hala Kissinger’in nasıl bu ödülü kabul etiğini düşünürüm.
Marie Curie Nobel ödülünü ret etmedi. Hem bu ödülü alan ilk
kadın oldu, hem de iki farklı alanda (1903 Fizik, 1911 Kimya) Nobel alan ilk
bilim insanı oldu. Ama onun da ilginç bir yönü var. Alçak gönüllülüğü ile ünlü
Marie Curie para ödülünü kendisi almadı, çalıştığı enstitüye verdirdi. Zaten
geliştirdiği radyum arıtma sürecinin de patentini almamış, bu konudaki bilimsel
ve endüstriyel çalışmaların bir engelle karşılaşmamasını istemişti. “Bilim ve onun sağladığı olanaklar bütün
insanlığın malıdır. Radyumun kimseyi zengin etmemesi gerekir. O bir elementtir ve
herkesin malıdır” sözleri ne yazık ki günümüzdeki anlayıştan ne kadar uzak!
Curie’ler bütün buluşlarını, bu arada radyumun elde edilmesine ilişkin
bilgileri olduğu gibi yayınladılar. Araştırmacılardan ve sanayicilerden gelen
soruları ve bilgi isteklerini cevaplandırmaktan da geri durmadılar. Bağışlarla
toplanan 100 000 dolarla alınan bir gram radyum 1921’de ABD başkanı tarafından
törenle Marie Curie’ye sunulurken, bağışın Paris Radyum Enstitüsüne
yapılmasına ısrar etti[2].
Bu büyük insanı 1934’de yıllarca radyasyon altında çalışmasının sonucunda
aplastic anemiadan toprağa verdik.
Belki Nobel kadar ünlü bir ödül değil ama çağınızın büyük
matematikçisi Grigori Yakovlevich Perelman’ın
ret ettiği ödüller de ilginç[3]. Perelman
2003’de, Thuston’un Geometrileştirme Varsayımını, ardından topolojinin
en önemli sorunlarından biri olarak 1904’den beri çözülemeyen Poincaré
Varsayımını kanıtladı. 2006’da “para veya
şöhretle ilgilenmiyorum, hayvanat bahçesindeki hayvanlar gibi vitrine girmek
istemiyorum” diyerek kendisine önerilen Fields Madalyasını almadı. 2006’da
Science dergisi Poincaré Varsayımının kanıtlanmasını matematik alanında “çığır
açan çözüm” olarak niteledi. Ama 2010’da Perelman “Poincaré Varsayımının kanıtlanmasında benim katkım Richard Hamilton’dan
fazla değil” dedi ve kendisine verilmek istenen Clay Milenyum Ödülünü
almadı.
Dediğim gibi ödüllere ve ödül alanlara karşı değilim ama bence
onlar kadar ödülleri ret edenler ve özellikle ret gerekçeleri üzerinde
düşünmeliyiz.
[1] Ne
yazık ki bu kanlı savaş Nisan 1975’e kadar devam etti. 30 Nisan 1975’de Kuzey
Vietnam Kuvvetleri Saygun’a girdi, Güney Vietnam teslim oldu.
[2]
Güney Gönenç, “Hep Aranızda Olacağım”,
Bilim ve Sanat Yayınları, 1983.
[3]
Gerçekten bilimlerin kraliçesi matematik konusunda bir Nobel ödülü olmaması
ilginç değil mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder