Birinci bölümde doğada ve görsel sanatlarda boyut ve oran
konusunda örnekler vermiştim. Boyut ve oran bir yana doğada ve doğadaki
güzelliği yakalamak isteyen birçok mimari yapıtında “simetri” de önemli bir öge
olarak karşımıza çıkıyor. Al Hamra sarayı bunlardan biri:
Bu sarayın yalnızca binaları değil desenleri
de adeta simetri tipleri için bir ders kitabı gibi: ayna, döner veya taşıma
simetri gibi temel simetri tipleri ve bunların çeşitli birleşimlerini sarayın
duvarlarında bulmak olası:
Kuşkusuz geometrik desenler ve simetri bütün Orta
Asya ve Orta Doğu görsel sanatlarında çok yaygın. Ülkemizde de birçok güzel
Selçuklu örnekleri var. Ama benim Endülüs örneklerini vurgulamamın nedeni Batı
sanatını çok etkilemesi. Sanırım Hollandalı sanatçı Escher’in yapıtlarını
hepimiz tanırız. Escher Al Hamra’yı defalarca ziyaret etmiş ve yakından
incelemiş bir sanatçı olarak bilinir.
Sizi aşağıdaki garip denklemlerle korkutmak istemiyorum. Ama
“simetri dediğimiz olayın matematiksel temeli çokterimlilerin (polynomial) kökleri ile ilgili.
Yukarıdaki üçüncü dereceden basit bir çokterimlinin köklerinin
simetrik yapısı hemen dikkatimizi çekiyor. Bir çokterimlinin cebirsel
köklerinin bulunması, köklerin değişimleri (permutation)
ile ilişkili.
Bu konudaki kuramı da Évariste Galois’ya (1811-1832)
borçluyuz. Bu genç adamın yaşamı da çok ilginç. Napolyon sonrası karışıklıklar
içindeki Fransa’da ateşli bir cumhuriyetçi olan bu genç düzgün bir matematik
eğitimi alamadan ve yazdıkları ile –hepi topu toplam 60 sayfa- ünlü
matematikçilerin dikkatini çekemeden yaşamış. Kısa yaşamı da bir düello ile
sona ermiş. Galois ertesi sabah düelloda öleceğini tahmin etmiş ve bir gece
önce çalışmalarını özetleyen bir mektup bırakmış arkadaşlarına. Bugün kendisini
grup kuramının kurucusu olarak anıyoruz.
Birinci bölümde “Geometri” sözcüğünün “yer ölçümünden”
kaynaklandığına değinmiştim. Şimdi günümüz bilimine çok önemli bir katkı yapan,
yer konusundaki bir başka çalışmayı anmak istiyorum. Zaten Leonhard Euler’i
(1707-1783) anmayan bir geometri çalışması çok eksik olurdu. 1730’larda Prusya
sınırları içindeki Königsberg kentini (günümüzde Rusya’nın Kaliningrad kenti) Pregel
nehri ikiye böler ve bir ada oluştururdu. Bu ada ile nehrin iki yakasını de
yedi köprü birleştirirdi. İşte matematikte “Königsberg’in yedi köprüsü” olarak
bilinen problem “bu yedi köprüden yalnızca birer kez geçerek kenti dolaşmak
olanağı var mıdır” biçiminde tanımlandı. Euler, bunun olanaksızlığını kanıtladı
ve bu problemden yola çıkarak grafik kuramını oluşturup, topolojinin ilk
adımlarını attı.
Yine mimarinin güzelliklerine dönelim. Paris’teki La Grande Arche de la Fraternité anıtını pek çoğumuz
gördük. Bu anıt, Paris’in ve Avrupa’nın “tak” biçimindeki birçok anıtına çağdaş
bir karşılık olarak yapılmış. Diğer yandan bu anıt geometrinin 2000 yıl boyunca
çözülemeyen bir gizemini de simgeliyor. Gizemin kaynağı için MÖ. 3.ve 4.Yüzyıllara
gidelim. Öklid geometri konusunda çağına ulaşan bütün bilgiyi 13 ciltlik Öğeler
(Στοιχεῖα, Elements) adlı
yapıtında son derece sistematik biçimde derleyip düzenlemiş.
Öncelikle 5 adet aksiyom sonra 5 adet postüla ve onlara
dayanan 465 adet teorem o güne kadarki tüm geometri bilgisini kapsıyor. Aksiyomlar
kanıtlanmasına gerek olmayacak kadar açık tanım ve varsayımlardır. Örneğin “Bütün kendini oluşturan parçalardan büyüktür”, “Üçüncü bir nesneye eşit olan iki nesne birbirine eşittir”, “Eşit nesnelerden eşit nesneler çıkartılırsa kalanlar da eşit olur”. Postülaların
da doğruluğu açıktır, ama onlar tanımlara, aksiyomlara ve diğer postülalara
dayanarak kanıtlanabilir.
Yalnızca biri hariç: Beşinci postüla! Bu postülanın kanıtlanması
için en ünlü matematikçiler 2000 yıl uğraşmış ama geometrinin en büyük gizemi
olarak kalmıştı. Oysa “bir üçgenin iç açılarının toplamı 1800’dir”
veya “bir noktadan bir doğruya yalnızca bir paralel çizilebilir” gibi hepimizin
çok iyi “bildiği” teoremler ancak bu postüla kullanılarak kanıtlanabilir.
Geometri bu gizemli postüladan 19. yüzyılın ilk yarısında
“kurtulabildi”. Aslında çözüm çok basitti: Beşinci postüla kanıtlanamazdı çünkü
geometrinin ancak özel bir hali için, yalnızca gündelik yaşamdaki boyutlar ve
düzlemsel bir uzay için doğruydu. Genel anlamda geometri için geçerli değildi.
1825 - 1830 dolayındaki çözümü tam olarak kime borçlu
olduğumuz tartışmalı bir konu. Kaynaklar Öklid-dışı geometrinin kurucusu olarak
birbirinden habersiz çalışan üç ismi anıyorlar. İkisi pek de tanınmayan Kazan
Üniversitesinden bir Rus Nikolay İvanoviç Lobaçevski (Никола́й Ива́нович Лобаче́вский) (1792-1856)
ile Viyana’da çalışan bir Macar János Bolyai (1803-1860). Üçüncü ise her halde
de çağının en büyük ve ünlü matematikçisi Göttingen Üniversitesinden Karl
Friedrich Gauss (1777-1855). Bu devrimi kime borçlu olursak olalım bükülebilen
bir uzay kavramı olmadan günümüzdeki uzay çalışmalarının hiçbirinin
olamayacağını biliyoruz. Ne güneşin “arkasındaki” yıldızları “görebilirdik” ne
de ekvatora dik gelen üçgenlerin taban açılarının 90’ar derece olmasını
sağlayabilirdik.
Hepimiz üç boyutlu bir küpü iki boyutlu bir kâğıda nasıl
çizeceğimizi biliriz. İki kare çizip köşelerini birleştirdiğimizi hayal ederiz.
Pekiyi dört boyutlu bir küpü üç boyutlu dünyamızda nasıl gösterelim? Benzer
biçimde iç içe iki küp çizip köşelerini birleştirdiğimizi hayal edelim. Aslında
çok da fazla hayal etmeğe gerek yok çünkü Spekelsen Paris’te bunu yapmış!
Hadi gene gündelik dünyamıza dönelim ve “büyüme” konusuna
bakalım.İlk akla gelen kristallerin düzenli büyüme şekilleri ve kar
kristallerinin oluşturduğu “olağanüstü” güzellikler. Bu simetrik güzel şekiller
hepimizi büyüler. Réne Descartes de bunların gizemini çözmeye çalışmış. Aşağıdaki
şekiller Descartes’ın çalışmaları:
Moleküller düzeyinde gözlem ve ölçme bu şekilleri açıklıyor.
Günümüzde su moleküllerinin yapısını, hidrojen bağlarını biliyoruz. Bu bağların
oluşturduğu her yüzünde eşkenar üçgen olan düzgün bir dört yüzlü (tetrahedron) kar tanelerindeki güzel
desenlerin temelinde yatan soyutlama.
Bana üreme-büyüme ilişkisi çok daha ilginç geliyor. Leonardo
Pisano Fibonacci (1170-1250) tavşanların üremesini ele aldı. Bir dişi tavşanın
doğumundan itibaren iki yıl sonra ergen olup doğurmaya başladığını ve yıl
yaptığı doğumlarda bir dişi yavru doğurduğunu varsayalım. Bu dişi yavrular da iki
yıl içinde benzer biçimde doğurmaya başlasa dişi tavşan sayımız birinci yıl 1,
ikinci yıl 2, üçüncü yıl 3, dördüncü yıl 5, beşinci yıl 8, 13, 21, 34, 55, 89,
144, 233… diye artacak. Dikkat edilirse Fibonacci dizisi adı verilen bu sonsuz
dizide her sayı kendinden önce gelen iki sayının toplamı.
Fibonacci sayılarını kendinden bir önce gelen Fibonacci
sayısına bölünce de oran giderek biraz önce gördüğümüz j’ye yaklaşıyor. Yani
“Altın Oranın” güzelliğinin kaynağı doğa!
Ağaçların dallanması, çiçeklerin yapraklanması gibi doğadaki
birçok “artış” olayı bu diziye uygun. Örneğin dört yapraklı yonca ender bulunan
bir genetik bir bozukluk. Çünkü 4 bir Fibonacci sayısı değil!
Bir de yaprakların güneş almak için sıralanışına bakalım.
360 derece 2, 3, 4 gibi tamsayılara bölünür ve farklı katlardaki yapraklar bu
açılarla dizilirse üst kattaki yapraklar alt kattakilerin güneşini keserdi.
Öyleyse 360 dereceyi tamsayı olmayan bir sayıya bölmeliyiz. Evet tahmin
ettiniz: Yine Fibonacci. Doğada yapraklar 360/j=222,4922 derecelik
açılarla diziliyor!
Şimdi de Fibonacci sayılarından yola çıkıp kusursuz bir
spiral çizelim. Madem Fibonacci sayıları kendinden önce gelen iki sayının
toplamı, kenar uzunluğu 1 olan bir karenin üstüne yine kenar uzunluğu 1 olan
bir kare daha çizelim. Bunların kenarlarını paylaşan bir kare çizersek kenarı
(1+1=2) olacak.Yanına kenarı 3 olan bir kare çizelim. Kenarı 5 olan bir kare
çizelim…
Şimdi bu karelerin köşe noktalarını birleştirerek kusursuz spiralimizi ve deniz kabukları gibi doğadaki birçok spiral "büyüme" örneğini elde edebiliriz:
Bu spiralin içine bir ikizkenar üçgen yerleştirdiğimizde
birçok resimdeki “güzel” boyutu veren “altın üçgen”i elde ederiz.
Spiraldeki ögeleri büyütürsek spiralin simetriğini çizilmiş
gibi görülür ve bu kez de ayçiçeği gibi çiçeklerin göbeklerindeki, çam kozalaklarındaki,
enginar, karnabahar gibi gövdelerdeki veya mercan kayalıklarındaki güzel görüntüyü
elde ederiz.
KAYNAKLAR:
Bülent ATALAY, Matematik
ve Mona Lisa, Albatros, 2006.
Jason Socrates BARDI, The
Fifth Postulate, John Wiley & Sons, 2009.
Jules BOUCHER, La
Symbolique Maçonique, Editions Dervy. 1943.
David FONTANA, The
Secret Language of Symbol”, Pabillion Books, 1993.
Douglas R. HOFSTADTER, Gödel,
Escher, Bach: an Eternal Golden Braid, Basic Books Inc. 1979.
Joachim G. LEITHAUSER, Ufkun
Ötesindeki Dünyalar, Doğan Kitap, 2002.
Nazif TEPEDELENLİOĞLU, Kim
Korkar Matematikten, Bilim ve Sanat Yayınları, 1983.
Zeki TEZ, Matematiğin
Kültürel Tarihi, Doruk Yayımcılık, 2008.
Yavuz UNAT, Tarih Boyunca
Türklerde Gökbilim, Kaynak Yayınları, 2008.
David WELLS, Matematiğin
Gizli Dünyası, Doruk Yayımcılık.