Sanırım yurdumuzda çağdaş uygarlık trenini neden
yakalayamadığımızı sorgulayan veya bu treni yakalamaya çalışan pek çok aydın
Batı toplumlarının son birkaç yüzyıl içindeki kültürel gelişimini inceler.
Blogum içinde bu konuyu çeşitli boyutlarıyla ele alıyor, düşünür ve
sanatçıların yapıtlarını irdelemeğe çalışıyorum. Bu kapsamda 19. Yüzyıl ve
modern dönem Batı’ın “üstünlüğünü” açıkça ilan ettiği, dünya üzerinde
egemenliğini oluşturduğu yıllar. Bu toplumsal dönemin kültürel boyutunu birkaç
açıdan ele almak için bloğumda ayrı etiketle özel bir bölüm açmamın temel
nedeni bu. Ayrıca bu bölümün oluşmasında Coursera eğitim programları kapsamında
Wesleyan Üniversitesinden Profesör Michel S. Roth’un derslerinden geniş ölçüde
yararlandığımı özellikle belirtmek isterim.
Blogumda Rousseau’da Marx’a bazı düşünürlerin, Charles Baudelaire’den
Virginia Woolf’a bazı edebiyatçıların, Delacroix’dan Manet’ye birkaç ressamın
yapıtlarına değinmek istiyorum. 19. Yüzyıl toplumunda büyük çalkantılara yol
açan çalışmalar arasında Charles Darwin ve Sigmund Freud’u da anmalı ve onlara
da birer sayfa ayırmalıyım. Dil üzerindeki çalışmaların günümüzde adeta bir
saplantı düzeyine geldiğini görüyoruz. Demek ki Yapısalcılık (structuralisme) üzerine biraz
düşünmeliyiz. Yüzyılımızda edebiyat dünyasını geniş biçimde etkileyen
Varoluşçuluğu (existentialisme) da
ihmal edemeyiz. Kısacası sonsuzluğa uzanan bir düşünce ve sanat dünyası önümüze
açılıyor.
Birkaç yazı ile başlayıp zaman içinde gelişecek bölümde,
Modern-Postmodern etiketi ile bu konudaki düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.
Diğer yandan konunun genişliği de ürkütücü! Ama bu sayfaları bir çekirdekten
başlayıp zaman içinde eklemelerle büyüyecek sayfalar olarak düşünüyorum.
Korkarım ki hep eksik kalacak, hiçbir zaman bitmeyecek bir proje.
Kaynaklar “modern” sözcüğünün önce Pagan kültür karşısında
Hristiyan dönemi belirtmek için Latince “tam şimdi” anlamındaki “Modo-Modernus” kökünden üretildiğini
belirtiyor. Daha sonra Antik Yunan-Roma kültürünü aşan kültürel dönem anlamında
kullanılmış. En ünlü kullanımlardan biri mimari alanında. 1127’de Paris’te St.
Dennis Manastırını Yunan, Roma, Romanesk gibi bilinen stillerle değil yepyeni
bir bakışla yenilemeyi planlayan Başrahip (abbé)
ve mimar Suger, yaptığı işi opus modernus
olarak niteler. (Bu çalışma sonrada Gotik olarak anılacak mimari akıma yol
açtı.)
“Modernizm” ve “postmodernizm” terimleri ise daha çok bu
dönemlerin sanat-edebiyat akımları olarak öne çıkıyor. Bu yazı ile ana
çerçeveyi çizmeyi amaçlıyorum. Ardından gelecek bir dizi (korkarım ki sonsuz
bir dizi) ile modern topumun düşünce yaşamını ve çeşitli düşüncelerin sanata
yansımalarını ele almak istiyorum.
MODERNLİK- MODERNİZM
“Modernlik” (modernity)
toplumbilimsel bir terim olarak karşımıza çıkıyor. Günümüzde geçerli olan bir
tanımı kullanırsak kısaca sanayileşme ile toplumun aldığı yapı diyebiliriz. Bu
dönemde feodal düzen çözülmüş, kapitalist gelişme hızlanmış, tarım ve kırsal
kesimlerin önemi azalırken kentleşme artmış; kentsoylu ve işçi sınıfları
güçlenmeye başlamış; aristokrasi zayıflamıştır. Kısacası bugünkü
ekonomik-sınıfsal-politik toplum yapısı ana hatlarıyla şekillenmiştir.
Toplumbilimciler 16-17-18. Yüzyıllarda Avrupa toplumunun
yapısının giderek değiştiğine dikkat çekerler ve modernliğin ilk adımlarının bu
dönemde atıldığını belirtirler. Toplumun
kabuk değiştirmesi olarak ele alındığında Antik Yunan düşüncesinin
toplum-siyaset nasıl olmalı?” sorusuna değil de “toplum ve siyaset nasıl?”
sorusu gündeme gelir (Maciavelli, Prens,
1513).
Bu anlamda “modern” toplumun tam olarak şekillenmesini ise
özellikle 19. Yüzyılda görüyoruz:
- · Toplumun zaman içinde insan tarafından değiştiği gözlenir.
- · Laik yapılarla yönetim tanrısal buyruklardan ayrışır;
- · Bilimin yol göstericiliği yeni umutlar doğurur;
- · Ulus-devletler kurulur;
- · Kitleler yönetimde sesini duyurur, politik gruplaşmalar, siyasal partiler oluşturulur;
- · Özellikle sanayi üretimi ve pazar ekonomisi için karmaşık ekonomik yapılar kurulur.
“Modernlik” (modernity)
teriminin daha çok bir toplumbilim terimi olarak kullanılmasına karşılık “modernizm”
(modernism, modernisme) 19. Yüzyıl
sonları ve 20. Yüzyıl başlarında görülen bir sanat akımı olarak karşımıza
çıkıyor. Her halde bu akımın sloganı Ezra Pound’un “ Yeni yap” (make it new) (1934) sözü ile
özetlenebilir. Romanda bilinç akışı, müzikte 12 ton sistemi, resimde soyut
resim modernizmin en temel unsurları. Andığım bu belirgin unsurlar kuşkusuz
birer form ve bu formların arkasında insanın kendi bilincine verdiği önem
yatıyor. Bu nedenle eski formların yeniden ele alındığını, yeniden şekillendirildiğini,
özetlenip indirgendiğini, birleştirildiğini ve zaman zaman da saçma ve gülünç
yanları ile dalga geçildiğini görüyoruz. Modernizm eski yapıların birçoğu ile
savaşırsa da herhalde en çok uğraştığı akımlar daha eski dönemlerden kalan Romantizm
ve Gerçekçiliktir.
Modernizm terimi konusunda belirtilmesi gereken önemli bir
nokta da bütün “modernistlerin” aynı çizgide olmadığı ve bu kavramın bir
şemsiye kavram olarak birçok akımı kapsadığıdır. Resimden birkaç örnek
sıralarsak izlenimcilik (impressionnisme),
dışavurumculuk (expressionnisme),
kübizm (cubisme), Dadaizm (dadaisme), fütürizm (futurisme), soyut sanat (art abstrait), gerçeküstücülüğü (surréalisme) anabilirim.
Modernizmi daha iyi anlamak için 19. Yüzyıl Avrupa’sında
toplum ve edebiyatının temel gelişmelerini sıralayalım:
Bu yüzyılda Fransa’da
toplum ve politik yaşamın çok dinamik olduğunu görüyoruz:
- · Napolyon Dönemi (Konsüllük 1799-1804; İmparatorluk 1804-1814)
- · Restorasyon (XVIII. Luis, X. Charles, Philip d’Orleans) 1814-1848
- · İkinci Cumhuriyet (1848-1852)
- · İkinci İmparatorluk (III. Napolyon (1852-1871)
- · Üçüncü Cumhuriyet (1871-1940)
· Paris sokakları 1830 ve 1848 devrimleri ile 1870
komünüyle sarsıldı.
Bu dinamizm edebiyat alanına da yansıdı ve bazen bir arada
gelişen bazen de birbiri ardına dizilen birçok akım şekillendi: Romantizm (Chateaubriand,
Victor Hugo, Alexandre Dumas, Lamartin); Realizm (Stendahl, Balzac, Flaubert); Natüralizm
(Zola, Maupassant); Sembolizm (Baudelaire, Mallarmé, Rimbaud).
Buna karşılık İngiltere
19. Yüzyılda çok daha istikrarlı bir dönem geçirdi. Ne de olsa çalkantılı dönemlerini daha önce
atlatmıştı. İç savaşta (1642-1651) Parlamenterler Kralcıları yenmiş, 1649’da
Kral (I. Charles) idam edilmişti. Ardından yeniden yapılanma (restoration) döneminde Krallık yeniden kurulmuş
(II Charles 1660), 1688’de Görkemli Devrim (Glorious
Revolution) ile Kral (James II) parlamenterler tarafından tahttan
indirilmişti. Krallık yeniden ama bu kez çok farklı koşullarda kuruldu (1689
William III ve Mary). 1700’lerde İskoçya ile birleşen İngiltere ve Galler,
1800’lerin başında İrlanda ile de birleşerek Britanya İmparatorluğunu oluşturmuştu.
Bütün bu çalkantıların ardından Birleşik Krallık, 19. Yüzyılda “üzerinde güneş
batmayan büyük emperyalist imparatorluk” haline gelip 39 yıllık (1837-1876)
Kraliçe Victoria döneminde güç ve istikrar simgesi olmuştur. 19. Yüzyıl İngiliz edebiyatına bakarsak “Romantik”
ve “Victoria Dönemlerinin” belirgin olduğunu görürüz. Romantizmin önde gelen
temsilcileri olarak Robert Burns, Byron, Shelley, Walter Scott, Jane Austen ve William
Wordsworth; Victoria Döneminin temsilcileri olarak ise Charles Dickens, Bronte
Kardeşler, Anthony Trollope öne çıkar.
Almanya’da Napolyon’la
savaşların ve Prusya’nın Alman birliğini kurma çalışmalarının paralelinde Goethe
ve Schiller gibi “Weimar Klasikleri” ile Hoffmann ve Hölderlin gibi “Romantiklerin”
etkinliğini görüyoruz.
Rusya pek de
“Batı” ve “Avrupa” sayılmaz. Ama Rusya’nın 19. Yüzyılda özellikle edebiyatta Altın
Dönem olarak nitelenen yılları yaşadığını ve yetiştirdiği Puşkin, Lermontov,
Gogol, Turgenev, Dostoyevski, Tolstoy, Çehov gibi yazarların Batı edebiyatını
derinden etkilediğini belirtmeliyim.
Biz “Doğulular” açısından 19. Yüzyılda önemle
değerlendirilmesi gereken bir kültür-sanat akımının kısaca Batılının Doğu’ya
bakış açısı olarak tanımlanabilecek oryantalizm (şarkiyatçılık) olduğuna
inanıyorum. Bu konuya da bir sayfa ayırmam zorunlu.
Tıpkı modern dönem içinde modernliği eleştiren düşünce
biçimleri oluştuğu gibi modern dönemde bir sanat akımı olarak gelişen modernizme
–veya daha doğru bir deyimle modernizm kapsamında değerlendirilen akımlara-
karşı da önemli eleştiriler yöneldi.
Temel olarak modernizmin getirdiği bireyci bakış açısının toplumu,
toplumsal sorunları göz ardı ettiği ve geniş kitlelerin sanat ile olan
bağlantısını kestiği vurgulandı. Modernizm bu kapsamda Stalin’den Hitler’e
uzanan bir çizgide eleştirildi. Yukarıda modernizmin gerçekçiliğe karşı
görüşler geliştirdiğine değinmiştim. Modernizme karşıt görüşler de özellikle
“sosyalist gerçekçilik” akımının gelişmesine yol açtı.
POSTMODERN-POSTMODERNİZM
Kuşkusuz modern dönemde toplum çok büyük bir dönüşüm
geçirirken birçok sakıncalı gelişme gözlenmiş ve bu olumsuzluklar düşünce ve
sanat dünyasına yansımıştır. Eleştirel bakışların birçoğu yaşadıkları dönemin
olumsuzluklarını vurgulayan; ama yine de “modern” dönem içinde kalan yapıtlar
olarak nitelenebilir.
Modern dönemin günümüzde de ana hatlarıyla devam ettiğini söyleyenler
olduğu gibi bu dönemin sona erdiğini ve artık bir “postmodern” dönemde olduğumuzu
belirtenler de vardır. Postmodern dönemi yaşadığımızı savunanlar arasında da
postmodern dönemin ne zaman başladığı konusunda farklı görüşler öne çıkıyor:
- · Dünya Savaşlarının düzeni alt-üst etmesiyle 20. Yüzyıl başında başladığını;
- · İkinci Dünya Savaşının bitimi ile Soğuk Savaş yıllarında başladığını veya
- · 1990’larda sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçişle başladığını öne sürenler var.
Edebiyat ve sanat alanında da postmodernizmin ne zaman
başladığı tartışmalı bir konudur. Ayrıca modern, güncel tam şimdi demekse
“postmodern” ne demektir diye düşünülebilir. Örneğin postmodernizmin
öncülerinden Jean-François Lyotard şöyle yazıyor:
“Nedir öyleyse
postmodern? Kuşkusuz, modernin bir parçasıdır. Bütün kazanımlardan şüphe
edilmesi kaçınılmazdır; yeter ki düne ait olsun… Bir yapının modern olması için
önce postmodern olabilmesi gerek. Böyle anlaşılan postmodernizm, sonuna gelmiş
modernizm değil, oluşum durumundaki modernizmdir ve bu durum süreklidir”
(Lyotard, Postmodern Durum, 1979).
Bu anlamda postmodernizm, modernizmin daha ileri sınırlara
doğru sürülmesidir. Yukarıda modernizmin Gerçekçiliğe karşı çok eleştirel bir
tutum sergilediğini belirtmiştim. Fransız toplumbilimci Jean Baudrilliard’da bu
karşıtlığın ileri sınırlara sürülmesi sürecinin aşamalarını görüyoruz: “1) Sanat gerçekliğe bütünüyle nüfuz eder. 2)
Temel gerçeklik maskelenir ve saptırılır. 3) Temel gerçekliğin yokluğuna işaret
edilir. 4) Herhangi bir gerçeklikle hiçbir ilişki kalmaz, sanat artık kendi saf
benzetisinden ibarettir.”
Postmodernizmin temelinde şu üç unsur belirgindir:
- · Sanat eserinin Yeniden Üretilebilirliği (reproduction) (fotoğraf, afiş, litografi gibi teknikler);
- · Eserin Tüketici Ruhu (customer aura) ile iç içe geliştirilmesi ve
- · Sanat eseri ticareti ve halkla ilişki çalışmalarıyla sanat eserinin Meşrulaştırılması (legitimation).
Farklı sanat dalları için postmodernizmin farklı dönemlerde başladığı
belirtilebilir. Müzik açısında 1920’lerde; edebiyat açısından İkinci Dünya Savaşının
başlamasıyla, 1930’ların sonunda; görsel
sanatlarda fotoğraf-sinemanın öne çıkması ile postmodernizme geçildiği söylenir.
Ayrıca farklı sanat dallarında
postmodern olarak niteleyebileceğimiz gelişmelerin farklı yoğunlukta olduğunu
da belirtmeliyiz. Örneğin görsel sanatlar, özellikle resim-heykel alanında
kurallar yıkılırken hiçbir ilkenin kalmadığını görüyoruz. Yerleştirme sanatının (installation art) kurucusu olarak nitelenen Kurt Schwitters’e
atfedilen “sanatçının tükürdüğü her şey
sanattır” sözü zaman içinde doğrulandı. Jacson Pollock’un rasgele
oluşturduğu lekeler veya sergi salonlarındaki boş resim çerçeveleri ve
pisuarlar çok yüksek fiyatlara satılabildi. Modernizm-postmodernizm konusundaki bu kuramsal tartışmalardansa modern mimariden Schindler ve postmodern mimariden Gehry'den birer örnek versem çok daha iyi olacak:
İster postmodernizmi modernizmin içinde düşünelim, ister
modernizmin ardından gelen bir aşama olarak değerlendirelim Batı toplumunu ve kültürünü
anlamak için bu oluşumları incelenmesinin önemli bir anahtar olduğuna inanıyor
ve Blogumda “Modernizm-Postmodernizm” etiketi altında bir şeyler biriktirmeği
amaçlıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder