Gülüver ’in Yolculuklarını çocukluğumuzda bir serüven ve
güldürü kitabı olarak okuruz. Oysa kitapta dönemin çeşitli anlayışlarına çok
ilginç yorumlar yapılıyor. Örneğin:
“(Büyük Akademideki ‘bilim
adamı’) Sekiz yıldır salatalıktan güneş ışını
elde etmek için çalışıyordu. Güneş ışını hava geçirmeyen küçük şişelere konup
soğuk günlerde havayı ısıtacaktı. Sekiz yıl daha çalışırsa kamu bahçeleri için
kullanılacak yeterli güneş ışığını elde edeceğinden emindi[i]”.
Günümüzde de bilgiye dayanır gibi görünen ama aslında akıl
ve bilimle çok ters olan haberler ve yorumlar gazeteleri, televizyonları ve
interneti dolduruyor. Her gün İsviçreli bilim adamları kansere çare buluyor,
çeşitli doğal reçetelerle kilo veriyoruz, bileğimizdeki bilezikler bizi
hastalıklardan koruyor, odamızın köşesine koyduğumuz kristallerle mutlu
oluyoruz…
İnternet ortamı bir yandan bilgiye ulaşımı kolaylaştırırken
diğer yandan da saçma sapan birçok haberi yayıyor. Kasıtlı olarak üretilen
yalan haberler yanında, Zaytung veya The Onion gibi web siteleri hiciv
haberciliği (Satire News) ile hepimizi
güldürüyor[ii].
Hatta bu haberlerden bazıları gerçek sanılıyor. Örneğin bir hiciv haberini Sabah
gazetesinin internet sitesi, NASA kaynaklı olarak “Kasım
2015’de Venüs'ün yaydığı ışığın, Jüpiter'deki gazların ısınmasına, reaksiyona
girmesine neden olacağını, Güneşin mavi renge bürünüp Dünyanın 15 gün karanlıkta
kalacağını” belirterek aktarabiliyor[iii].
Uydurulan bilginin kaynağı bilimsel çalışmalar, bilim
insanlarının açıklamaları olarak gösteriliyor. Örneğin Yeniasya’nın web sitesi
açıklamayı yapan Doç. Dr. Ayşegül Yıldız’ın elektromanyetik alanlar konusunda
doktora yaptığını vurgulayarak şunları yazıyor[iv]:
“…elektromanyetik
alanı yakalama becerileri yüzünden özellikle ametist kristalleri kullanmanızı
ve bilgisayarınızın yakınına koymanızı önereceğim. Bu ametist kristalleri belli
aralıklarla deniz suyuyla topraklandıklarında elektrik yükleri sıfırlanarak
gereken koruma alanını sağlamaya devam ederler.”
(Bu denli saçmalayan bir bilim insanı olamayacağına, anılan isim
ve unvanın uydurma olduğuna inanıyorum.)
Yalan haber uydurmanın kuşkusuz ticari bir boyutu var. Her
hafta “kansere çare bulundu” haberini yazan gazete bir yandan okurun ilgisini
çekiyor; bir yandan da haberde adı geçen hastane ve doktorun reklamını yapıyor.
Ölümsüzlük iksiri aranması veya kurşunun altına çevrilmesi
gibi hedefler bir zamanlar hiç de gülünç değildi. Bir sürü ölümsüz tanrıya inanınca
diğerlerinden çok üstün olan bir “tanrı-kralın” ölümsüz olmak istemesi normaldi.
Kurşun, altın ve gümüşün özgül ağırlıkları ve yumuşaklıkları birbirine oldukça
benziyordu. Atomun bilinmediği bir dönemde kurşundan altın yapmak da uğraşmaya
değer bir girişimdi. 17. Yüzyıl ortasına kadar astronomi ile astrolojinin, 18.
Yüzyıl ortalarına kadar fizik-kimya ile simyanın (alchemy) birlikte yürüdüğünü biliyoruz. Garip olan yüzyıllar sonra
bilimsel görünümde pazarlanan safsataların hala müşteri çekmesi.
ASTROLOJİ
Batıl inançlar ve sözde bilim alanlarında büyü, alternatif
tıp, biyoritm, feng-şui gibi birçok konu incelenebilir. Ama toplumdaki yaygınlığı
açısından astroloji daha ilginç bir örnek oluşturuyor. Birçok gazetede
astroloji köşeleri var, astrologlar televizyonlarda programlar yapıyor, hepimize
en azından burcumuzu öğretiyorlar.
Bütün antik toplumlarda yıldızların değişen konumlarının yeryüzünde
hava sıcaklığının artıp azalması, yağmurlar, fırtınalarla ilişkisi dikkat
çekmişti. Bunun doğal uzantısı tanrıların gökyüzünde oturtulması, yalnızca mevsim
değişikliklerini değil kaderimizi de yıldızlara göre yönetmesi ve kâhinlerin
gökyüzüne bakıp öngörüler yapması olmuş.
Bilindiği gibi Aristo tarafından en yetkin biçimde anlatılan
evren düzeni yüzyıllarca İslam ve Avrupa dünyasında etkin görüştü: Gökyüzü
kutsal, egemen ve kusursuz; Yeryüzü ise edilgen ve kusurlu. Diğer yandan yaratılışın
nedeni olan insanın yaşadığı Yeryüzü evrenin merkezinde ve sabitti. 16. Yüzyıl
sonu – 17. Yüzyıl başından itibaren her iki görüşün de yanlışlığı anlaşıldı.
Bilinenlerin dışında gezegenler, onların da uyduları vardı. Ayın yüzeyi hiç de pürüzsüz
ve kusursuz değildi. Dünya herhangi bir gezegen gibi güneşin çevresinde
dönüyordu… İşte bu gelişmeler astroloji ile astronominin ayrılmasına,
astronominin bir bilim dalı olarak gelişmesine ve astrolojinin de karakter
tahlili, fal, kehanet gibi bilim dışı konular arasına yerleşmesine yol açtı.
Astrolojinin temel varsayımı doğum anında yıldızların
konumunun bebek üzerinde kalıcı bir etki oluşturduğu. Bu etki hem bebeğin kişiliğini
belirliyor; hem de ileride ne zaman âşık olacağını, ne zaman para kazanacağını…
İlk akla gelen doğum sırasında gökyüzündeki yıldızların (neden Güneş ve Ayın
değil?) kütleçekim kuvveti ile bebeği etkilemesi. Oysa kütleçekimi uzaklıkla
hızla düşen bir kuvvet ve en yakın yıldızın bile yeni doğan bir bebeğe uygulaması
söz konusu olan kuvvet, annesinin veya ebenin uyguladığı kuvvetten çok daha küçük[v].
Astrolojiyi kurtarmak için Baron Karl von Reichenbach 19.
Yüzyıl ortalarında odin adını verdiği yeni bir kuvvet önerdi[vi].
Astrologlar “yükselen burç” diye yeni bir kavram geliştirmeye çalıştılar. Ama
hiçbir yama bu saçmalığa bilimsel bir çözüm getiremedi.
Denebilir ki “burcumuza
ilişkin astrolojik tahminleri şaka gibi okuyoruz. Pek de sakıncalı değil”.
Bir şirketin insan kaynakları müdürünün “senin
burcun bu görev için uygun değil” dediğini; evlenmek istediğiniz kızın
annesinin “burçlarınızın uyumlu
olmadığını” söylediğini; hastanızın “o
gün ameliyat olamam” dediğini düşünün. Kabus gibi bir olasılık, devlet
yöneticilerinin batıl inançları olması. ABD Başkanlarından Ronald Reagan akla
geliyor. Kaliforniya Valisi olarak göreve başlamak için Reagan’ın yıldızların
“uygun” olduğu 2 Ocak 1967 gece yarsı 00.10’u beklediğini, ünlü astrolog Carroll
Righter’ın Reaganların en yakın çevresinde olduğunu, Beyaz Ev sözcüsüne göre “Bayan Reagan'ın kuşkularının önemli
etkinliklerin planlanmasını etkilediğini” hatırlayalım[vii].
Bekleneceği gibi astrologlar, astroloji bulguları hakkında
bilimsel deneyler yapmıyor. Bu alanda da çeşitli deneyler yapıp astrolojinin ne
kadar bilim dışı olduğunu gösteren yine bilim adamları. Astrolojinin hiçbir
bilimsel temeli olmadığını kanıtlayan deneyler için Tevfik Uyar’ın
“Astrolojinin Bilimle İmtihanı” adlı kitabına bakılabilir[viii].
NEDEN BU SAFSATAYA İNANIYORUZ?
Safsatalara inanmak konusundaki çalışmalar Barnum veya Forer
etkisi (Barnum effect, Forer effect)
başlığı altında toplanıyor. P. T. Barnum, 19. yüzyılda ABD sirklerinde fal ve
kehanet gösterileri yapıp kazandığı ünle politikaya atılan ve “Her dakika bir salak doğuyor” sözü ile tanınan
bir falcı. Bertram R. Forer ise insanların bilim dışı, sahte ve normal olmayan (paranormal) görüşlere inanmalarının
kaynağını inceleyen bir psikolog[ix].
Barnum veya Forer etkisi “ümit, gurur, gösteriş, iyimser beklentiler gibi duygu
ve düşüncelerin insanları bilim dışı inançlara yöneltip kendilerine uyan gerçekçi
kişilik tahminleri yerine herkese uyabilecek genel ifadeleri ve arzu etikleri kişiliklere
uygun kişilik tahminlerini tercih ettiklerini” gösteriyor.
Ayrıca kişinin inancını sürdürme eğilimi çok güçlü. Beyin duyularımızdan
gelen verileri bir kalıba yerleştirerek anlamlandırıyor. Eğer akrep
burcundakilerin kinci olduğuna inanıyorsak, seçici bir algıyla akrep burcundakilerin
kinciliği dikkatimizi çekiyor. Diğer örnekleri “görmüyoruz”.
Yaşamdaki belirsizlik de önemli. Klasik örnek beysbol oyuncuları.
Şans faktörünün çok belirgin olduğu beysbolda oyuncuların uğurlu paraları, bilezikleri,
formaları var. Vuruş sırası kendilerine geldiğinde garip, uğurlu hareketler yapıyorlar.
Belirsizlik etkisi toplumsal sınıf ve zümrelerde de görülüyor. Örneğin batıl
inançlar, hava koşullarından çok etkilenen çiftçilerde, sanayi işçilerinden
daha fazla.
Astrolojinin bir yönü karakter analizi ise diğer yönü de
geleceğin öngörülmesidir. Gazetelerin astroloji köşelerindeki bulanık ifadeleri
hepimiz biliriz. Bu tür ifadelerin nedeni “inanırsan fal çıkar” diye bilinen pozitif
geri beslemenin kullanılmasıdır. Falcılar öncelikle karşısındakinin
cinsiyetini, vücut dilini, kılığını, parmağındaki yüzüğü, yaşını, şivesini… - belki de sezgisel olarak - analiz ediyor ve
bu ip uçlarından başlayarak soğuk okuma (cold
reading) diye adlandırılan bir yöntem kullanıyorlar[x].
“Ben gördüklerimi anlatacağım. Bunlar
bana bulanık, sana daha net görünecek. Birlikte çalışırak doğru sonuçlar
çıkarabiliriz” diyerek başlayıp geri beslemeleri izliyor. Özel görünen,
oysa aslında çok genel bir dil kullanarak, yüksek olasılıklı tahminler yaparak,
zaman zaman müşteriyi memnun edecek sözlerle iletişimi güçlendirerek devam
ediyolar.
NE YAPMALIYIZ?
Çevremizi saran safsatalara karşı tek silahımız eleştirel
düşünmek, sistematik olarak doğru sorular sormak, konuya akla ve kanıtlara
dayalı yaklaşmak ve kanıtların değişmesi ile fikir değiştirebilmek. Aşağıda birkaç
ilke anılmakla birlikte kapsamlı bir yöntem için Carl Sagan’a başvurmalıyız[xi].
Sıra dışı bir iddia görüldüğünde, o iddianın doğruluğunu
incelemek için olabilirliği (possibility)
ve akla yakınlığı (plausability)
değerlendirilmeli. Hipotezin yanlış olabileceğinin kabulü ile başlamalıyız.
Unutulmamalı ki yanlışlanamayan düşünce bilim alanına değil inanç alanına girer
ve bu yazının konusu dışına çıkar.
Konuyu önyargısız olarak, olabildiğince nicel bilgilere
dayanarak incelemek, farklı veri setleri ile tekrarlamak ve istatistiği doğru
kullanmak ikinci adımdır. En yaygın önyargı kaynağının kendi inancımız-görüşümüz
ile geleneksel-kalıplaşmış yargılar olduğunu unutmamalıyız.
Bilimsel buluşların uygun ortamda yayınlanıp duyurulması ve
başka bilim insanlarınca değerlendirilmesi son aşamadır. Bu konuda ilginç bir
örneği geçenlerde gördük. NASA, başka yıldız sistemlerinde dünya benzeri
gezegen ve uyduların olabileceğini belirtince Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı
Recep Altepe, “yüzyıllar öncesinden Ulu
Cami minberine işlenmiş farklı cisimlerin bulunduğuna işaret edip” astronomi
uzmanlarını inceleme yapmak üzere Bursa’ya davet etti[xii].
(Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı Basın Bülteni 24 Şubat 2017)
Gerçekten Ulu Caminin yapıldığı dönemde Bursa’da Molla
Fenari ve Kadızade Rumi’nin gökbilimle uğraştıklarını ve kitaplar yazdıklarını
biliyoruz. Diğer yandan çıplak gözle
yapılan gözlemlerde güneş sisteminin yalnızca beş gezegeninin gözlenebildiğini,
bunların uydularının görülemediğini ve kütleçekim formülü kullanılmadan gezegenlerin
yörüngelerinin hesaplanamayacağını da biliyoruz. Bu durumda 14. Yüzyıl sonunda “yeni”
gezegen bulunduğunun bilimsel bir kanıtı olması beklenemez. Ne yazık ki
başkasının yaptığı bir bilimsel buluşun duyurulmasının ardından, güneş
sisteminin gizlerini cami minberlerindeki desenlerde arayıp “biz bunu önceden biliyorduk” türü
açıklamalar yapılması pek saygı uyandırmıyor.
Yukarıda sakıncalarına değindiğim internetin bu kez bize
nasıl yardımcı olacağını da belirtmek istiyorum. Genel olarak eleştirel düşünce
ve doğru düşünme pratikleri konusunda sık sık “yalansavar.org”, “mantıkhataları.com”
ve “evrimagaci.org” sitelerine bakmanızı öneririm. Özel olarak kuşkulandığınız
bir haber olunca “teyit.org”, bir siyasetçinin kuşkulandığınız bir ifadesi ile
karşılaşınca “dogrulukpayi.com” sitelerinde açıklayıcı bilgiler bulabilirsiniz.
Konunun daha teknik yönleri de var. Örneğin internetteki bir
fotoğrafın format bilgilerini inceleyebilirsiniz. Böylece, eğer özel bir çaba
ile gizlenmemişse, söz konusu fotoğrafın haber tarihinden çok önce bambaşka bir
yerde çekildiğini anlayabilirsiniz.
Son olarak, benim hakkımda “biraz fazla katı bir inatla bilimi savunuyor” diye düşünüyorsanız
bir mazeretim var: Koç burcunda doğmuşum. Koç burcu erkekleri inatçı oluyor!
(Not: Bu yazı 30 Ağustos 2017 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nin Akademi ekinde yayınlandı)
[i] Jonathan Swift, D.D., Gulliver’s Travels into several Remote Nations of the World, Part
III, Chapter V, 1726.
[iii] http://www.sabah.com.tr/dunya/2015/10/21/dunya-kasimda-15-gun-kararacak
[iv] http://www.yeniasya.com.tr/bilim-teknoloji/elektromanyetik-alan-nedir_133791 (Erişim 5 Temmuz 2017)
[v] Bu
yazıyı hazırlarken sayısal değerler vermek için Güneşten sonra bize en yakın
(4,22 ışık yılı = 40*1015m uzaklıktaki) yıldızın (proxima centauri) etkisini hesaplamaya
çalıştım. Ama bulduğum değerler anlamsız olacak kadar küçük.
[vi] Karl
Reichenbach, Pysikalisch – Physiologisch
Untersuchungen über die Dynamik des Magnetismus, &c., Braunschweig,
(1849).
[vii] Steven V. Roberts, “White House Confirms Reagans Follow Astrology, Up to a Point”, New York Times, (4 Mayıs 1988).
[viii]
Tevfik Uyar, Astrolojinin Bilimle
İmtihanı, Kırmızı Kedi Yayınları: İstanbul, (2015).
[ix] Tobacyk, Jerome; Milford, Gary; Springer, Thomas;
Tobacyk, Zofia (10 Haziran 2010). "Paranormal Beliefs and the Barnum Effect", Journal
of Personality Assessment 737–739. (Erişim 28 Şubat 2017).
[x] Bazı
falcılar, teknik olanaklar kullanarak müşteri hakkında bilgi toplaması veya
bekleme odasında falcının bir casusunun müşteriyi konuşturup falcıya iletmesi
gibi “sıcak okuma” yöntemleri de kullanıyorlar.
[xi] Carl
Sagan, Karanlık Bir Dünyada Bilimin Mum Işığı
(Çev. Miyase Göktepeli), s. 212 – 219, TÜBİTAK: Ankara, (2006). [Özgün basım: The Demon-Haunted World: Science As a Candle in the Dark,
Random House. (1995)].
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder