26 Ekim 2019 Cumartesi

KOZMOPOLİT



Bir önceki yazımda “elit” sözcüğüne, çağrışımlarına ve popülizmle ilişkisine değinmiştim. Şimdi de yine sorunlu bir sözcükten “kozmopolit cosmopolite” sözcüğünden yola çıkmak istiyorum. Nişanyan, bu  sözcüğün 2000 yıldır kullanıldığını ve Yunanca “evren” (kosmos) ve “vatandaş” (polites) sözcüklerinin birleşiminden oluştuğunu belirtiyor. Yani dünya –hatta evren- vatandaşı demek. Bir kent veya semt için kullanıldığı zaman “farklı etnik ve dini kimliklerden olan kişilerin birlikte yaşadıkları yer” anlamına geliyor. Ama ben sözcüğün temelinde olduğu gibi “birey” için kullanımını ele alacağın. Kozmopolit bir birey olmak için yabancı dil bilmek ve yabancı kişi ve kültürlerden çekinmeden onlara olumlu yaklaşmak gerekli. Bu sözcük de “gayrı milli”, “kökü dışarıda”, “Batıcı” gibi olumsuz kavramları çağrıştırıp eski dostumuz “elit” kavramı ile karşılaşıyor ve yine “kökü dışarıda elit” ile buluşuyoruz! 


Birçok durumda yabancı düşmanlığı (xenophobia)“alt” olduğu düşünülen kültürlere yöneliyor. Örneğin Avrupa’da Orta Doğulular ve Kuzey Afrikalılar, ABD’de Afrika ve Latin kökenliler hedefte. Ama bu düşmanlık her türlü yabancıya yönelebiliyor. Bir televizyon söyleşisinde Alev Alatlı “(günümüzde ve ülkemizde) umudunuzu besleyen şey nedir?” sorusuna “Okumamış olmamız. Eğer okumuş olsaydık kargadan başka kuş Shakespeare’den başka yazar tanımayacaktık, iyiki de okumadık. Çünkü 550 yıldır aynı yazarı okuyan bir Anglo-Sakson toplumu var. Yahu bir adam çıkaramadınız mı başka?” diyebiliyor.


Toplumların farklı toplumsal – siyasal görüşlerle bölünmeleri ve ötekini yadırgamaları yeni değil.  Sartre’ın dediği gibi “cehennem ötekidir –L’enfer c’est les autres!” (J. P. Sartre, “Çıkış Yok” oyunu). Günümüzde birçok ülkede on yıllardır gelişen ve aşırı sağcı – ırkçı bir yeni-popülizme  uzanan partileri, yabancı, sığınmacı ve göçmen düşmanlığını biliyoruz.


Popülist politikanın iki temel özelliği var:
  • Yürüttükleri politikanın “çürümüş egemenlere karşı halkın mücadelesi” olarak sunulması;
  • Kendilerinin halk iradesinin (popular wil) tek temsilcisi olduğunun iddia edilmesi.
Bu söylemin sürdürülmesi için gerçekler hiç önemli değil! Zaten gerçek ötesi (post truth) çağında yaşıyoruz. Kuşkusuz kozmopolitler “çürümüş egemenler” kapsamı içine giriyor!


Yıllardan beri çözülemeyen Brexit (Birleşik Krallığın Avrupa Birliğinden çıkması) sorunu dünyada gördüğümüz benzer birçok gelişme için öğetici bir örnek oluşturuyor. 2016’daki Halk oylamasında  Brexit taraftarları % 52 oy aldı. AB’den çıkış bir yana İrlanda – Kuzey İrlanda sınırının durumu ve İskoçyanın Birleşik Krallıktan ayrılma isteğinin depreşmesi ile durum giderek karmaşıklaştı. Parlamento hükumetin önerilerini onaylamadı. Süreç önce bakanları, ardından başbakanları yedi.


Brexit yönünde oy kullananların öne sürdüğü nedenler iki temel başlık altında toplanabilir: “Ulusal egemenliğin AB yönetimine teslim edilme kaygısı” ve “AB politikaları nedeniyle Birleşik Krallık topraklarına çok sayıda sığınmacı gelebileceği korkusu”.


Oysa AB içinde egemenlik açısından Birleşik Krallığın pek sorunu yoktu. Kendi Sterlini ile Euro bölgesinin dışındaydı. Öteden beri birçok konuda kıta Avrupasından farklı bir çizgi izleyebiliyordu. Ayrıca Birleşik Krallık üzerinde AB dışından gelen sığınmacıların oluşturduğu baskı da yok denecek kadar azdı. Bu konuda AB üyeleri arasında kontenjan pazarlıkları yapılıyor ve bizler özellikle Merkel’in Orta Doğu’dan Avrupa’ya gelebilecek sığınmacıları sınırlamak yönündeki çabalarının tanığıyız. 


Brexit oylama sonuçlarına coğrafi açıdan bakarsak, göçmenlerin İngiltere ve Gallerde büyük kentlerde yoğunlaştıklarını ve buralarda da seçmenin AB’de kalmak istediğini görüyoruz. Nüfus açısından bakarsak gençlerin ve daha yüksek eğitim düzeyine sahip olanların AB’de kalmak yönünde oy kullandıklarını görüyoruz.




Yani propaganda sloganları ile gerçekler uyuşmuyor. Ekonomik sıkıntılar, küçük kentlerde ve kırsal kesimdeki “ihmal edilmişlik” duygusu gibi gerçek sorunlar ise çok daha derinde.


Benzer bir çelişkili durum Almanya’da da var. Damien Stroka, Almanya’nın doğusunda aşırı sağın bütün renklerini  barındırdığına dikkat çekiyor. Oysa “resmi sayılara göre 2015’de Almanya’daki toplam 9,1 milyon yabancıdan yalnızca 467 000’i Doğu Almanya’da yaşıyor”.


Stroka başka veriler ile Almanya açısından sorunun ne olduğunu anlamamıza yardımcı oluyor. Örneğin Polonya sınırındaki “Frankfurt an der Oder kentinin nüfusu 25 yılda 87 000’den 58 000’e inmiş”. “Ülke genelinde işsizlik % 5,9 iken bu kentte % 10”. “Sığınmacı statüsündeki yabancılar 1 400 kişi (Kent nüfusunun yalnızca % 2’si)”.

Madalyonun diğer yüzünde ise “bu sığınmacılar neden evlerini, yurtlarını, sevdiklerini terk edip Avrupa’ya sığınmak uğuruna ölümü göze alıyor?” sorusu var. İlk akla gelen yanıtlar Orta Doğu, Afganistan ve Uzak Doğu için bitmeyen savaşlar;  Afrika ve Orta Amerika için olağanüstü kuraklığın neden olduğu yoksulluk.


Pekiyi, insanların dayanışması, ulusların bir uzlaşma içinde yaşaması için yapabileceğimiz hiçbir şey yok mu? Öneriler aslında yukarıdaki örneklerden dolaysız biçimde çıkıyor:
  • Ötekini anlamaya çalışmak ilk adım. Günümüzde belki de insan türünü –ortak yaşadığımız birçok türle birlikte- yok oluşa sürükleyecek gelişmeler yaşıyoruz. Çok geniş irdelenmesi gereken bu konu yazımızın kapsamını çok aşıyor. Ama hiç olmazsa “başka” kültürlerden gelen insanların sorunlarını anlamaya çalışmalıyız.
  • Yaygın bilgilendirme kampanyaları ile doğru bilgi yayılmalı. Bu konunun gerçek ötesi (post truth) ve sahte bilgi (fake news) çağında, politik liderlerin gerçeği çarpıtmaktan, hatta açıkça yalan söylemekten hiç çekinmedikleri günümüzde çok zor olduğunu biliyorum. Diğer yandan gerçeğe ulaşmak için de önemli olanaklarımız var. İnternet bu konuda büyük olanaklar sağlıyor. Yabancı dillerdeki pek çok doğrulama olanağı yanında ülkemizde de Teyit, Yalansavar, Akıl var – Mantık var gibi web siteleri var.
  • Bölgeler arasındaki kültürel ilişkiler geliştirilmeli. Yabancılara en hoşgörülü bölgeler, büyük kıyı kentleri, uluslararası ticaret, ulaşım ve turizme açık olan; gençlerin ve üniversite öğrencilerinin yoğun olduğu bölgeler. Daha yalıtılmış bölgelerde ise yabancı kültürlerin yadırgandığını görüyoruz. Bu yalıtımın önlenmesi, farklı bölgeler arasındaki ilişkilerin artırılması, turizmin geliştirilmesi, paylaşım ve katılım kültürünün desteklenmesi, internetin yaygınlaştırılması önemli.
  • Ekonomik olanaklar farklı bölge ve kesimlere yayılmalı. Ekonomik açıdan sorunlu olan, işsizliğin yaygın olduğu bölgelerde yabancı düşmanlığı daha çok görülüyor. Gelir dağılımının bölgeler ve toplum kesimleri arasında dengeli dağılımı sağlanmalı, özellikle işsizliğin belirli bölgelerde yoğunlaşması önlenmeli.
  • Liderler ve medya kapsayıcı bir dil kullanmaya dikkat etmeli. Yukarıda değinildiği gibi popülist politikalara, ayrımcı söylemlere ve kısa vadeli politik kazançlara karşı çıkıp ülkemizin ve dünyanın uzun vadeli yararlarını  öne çıkartmalıyız.


Hem bunlara birçok yeni öneri eklenebileceğini, hem de kapsamlarının genişletilebileceğini biliyorum. Ayrıca bu gibi önerileri yapmanın çok kolay, oysa gerçekleştirmenin çok zor olduğunu da biliyorum. Ama bazı ilkelerle başlamalıyız değil mi?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder