Genel olarak toplum bilimlerinin fen bilimlerinden oldukça farklı olduğunu biliyor ve tarih, sosyoloji gibi alanların fen bilimlerinden çok farklı olmasını yadırgamıyoruz. Oysa konu ekonomi olunca sanki bir fen biliminden söz ediyormuşuz gibi değerlendiriyoruz. Sanırım ekonomi kitaplarındaki modeller, eğriler, formüller, sayılar… bizi etkiliyor ve -en azından benim bildiğim- üniversitelerde “tek doğru” öğretiliyor ve toplumda da “tek doğru” çerçevesinde tartışıyoruz. Bu çelişki benim hep ilgimi çekti.
Fen alanındaki gelişmelerin toplumun gelişimine çok önemli
katkılar sağladığını gördük. Eğer ekonomi de fen alanı içinde olsaydı, ekonomi
politikalarında “doğru ve yanlış” belirgin olur ve -bundan da önemlisi-
toplumun ekonomik sorunlarına “bilimsel” bir çözüm bulması beklenebilirdi.
Geçenlerde bu konuda ilginç bir kaynak ile karşılaştım ve
yeniden biraz öğrendim / düşündüm. Burada yalnızca iki noktaya değinmek
istiyorum.
1) Toplum,
ekonomi konusunda, doğru veya yanlış haberlerden etkileniyor ve ekonomi,
uzmanların öngördüklerinden (bilimsel modellerden, geçmişteki örneklerden,
ekonominin “yasası” olarak bilinenlerden) farklı davranıyor.
Çok güvenilir bir ekonomi uzmanının bilimsel bir modeli
çalıştırarak “önümüzdeki hafta ABD Dolarının değeri yükselecek” dediğini
düşünelim. Birçok kişi Dolar almak isteyecek, talep artınca da Doların fiyatı
yükselecek. Uzmanın modelinin girdilerinde bu talep artışı olmasa da adeta
“kehanet kendini doğrulayacaktır”.
Bazı durumlarda gelişme ters yönde de olabilir. Örneğin
güvenilir bir trafik uzmanı, yine bilimsel bir modelin çıktısı olarak “yarın
saat 17:00 dolayında İnönü Bulvarında büyük bir trafik yoğunluğu olacak”
dediğinde, araçlar o bulvarı kullanmazsa trafik tıkanmayabilir.
Oysa örneğimizi fen bilimlerinden, fizik alanından, alır ve
“sabit bir hacim altında bir gazın basıncı sıcaklıkla doğru orantılıdır
(Gay-Lussac Yasası)” dersek bu her zaman – güvendiğimiz uzman ne derse desin-
geçerlidir. Çünkü gazın insanların ne dediğinden haberi bile yoktur.
2) Diğer bir
farklılık da aynı ekonomik olguya, farklı bakış açıları ve dünya görüşleri ile
bakıldığında, farklı yorumlar yapılabilmesidir.
Bu konuda örnek olarak temel ürünü pirinç olan, köylülerin
açlık sınırında yaşadığı yoksul bir köyü ele alalım. Ürünün bol olduğu yıllarda
pirinç fiyatının 10 lira/kg, ürünün az olduğu kıtlık dönemlerinde fiyatın 20
lira/kg’a çıktığını varsayalım. Şimdi bu köye zengin bir adamın gelip depolar
yaptığını, ürünün bol olduğu yıllarda 10 liradan pirinç alıp depoladığını;
ürünün az olduğu yıllarda ise depoladığı ürünü 15 liraya sattığını düşünelim.
Bir bakış açısıyla, ürünün az olduğu kıtlık yıllarında
pirinci 20 lira/kg’dan satamayan köylünün büyük zarara uğradığı, belki de
açlıktan ölecekleri, depo sahibi adamın çok zararlı bir iş yaptığı
söylenebilir. Diğer bakış açısıyla ise pirinç fiyatının 10-15 lira/kg bandında
kaldığı, fiyat istikrarına büyük katkı sağlandığı ve depo sahibinin çok
yararlı bir iş yaptığı söylenebilir. Burada depoları çiftçi
kooperatifinin veya kamunun yapması gibi hiçbir çözüm önermiyor, olayın aynı
olduğuna, yalnızca bakış açısının, verilen önceliğin, dünya görüşünün –
kısacası “felsefenin”- farklı olması nedeniyle yorumların da zıt olduğuna
dikkatinizi çekiyorum.
Oysa yine fiziğe dönersek gazın sıcaklığını ölçen bilim
insanının “felsefesi” ne olursa olsun aynı hacim-sıcaklık ilişkisini ölçüp
Gay-Lussac yasasını doğrulayacaktır.
Pekiyi ekonominin toplum bilimi olması, fen bilimlerinden
çok farklı olması sonucu bizi nereye götürecek?
- Tıpkı felsefe derslerinde, örneğin, Kant’ın Spinoza’dan üstün olmadığını anlattığımız gibi, ekonomi eğitiminde de öğrenciye “tek doğru” olmadığı anlatılmalı, farklı ekonomik sistemler gösterilip tartışılmalı. (Burada özgür olan, bağnazlıktan uzak bir üniversite gereksinimine geliyoruz.)
- Toplumların da farklı ekonomik sistemleri tam bir demokrasi içinde tartışmalarını, önceliklerini belirlemelerini, bilinçli seçimlerini yapmalarını sağlamalıyız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder