İnsan yaşlandıkça daha tutucu oluyor, alışkanlıkları –iyi veya kötü- giderek daha derinleşiyor. Bazı iyi alışkanlıklar kötü alışkanlıklara savaşıyor. Örneğin “her ayın son günlerine sizlere bir mektup yazmak”; “gerekli şeyleri ertelemek” alışkanlığı ile mücadele ediyor. Bu gün bu “alışkanlık” konusuna değinelim.
Kendini geliştirme kitaplarının iyi bir okuyucusu değilim. Ama bir kitap ilgimi çekti: James Clair, “Atomic Habits”, 2018 (Atomik Alışkanlıklar). Kitap 20 Milyon kopya satışa ulaştı ve 3 yıldan uzun bir süre New York Times’ın çok satanlar listesinde en üst sırada yer aldı. J. Clair, kötü alışkanlıklarınızın nedeninin sizin “sisteminiz” olduğunu ve küçük (atomik) adımlar atarak bunları aşabileceğinizi söylüyor: “Amaç, maraton koşmak değil, koşucu olmaktır”. Bence kitap tam bir “kişisel gelişim” kitabı. Benim ilgimi çeken yön ise alışkanlık konusunun bu denli popüler, kötü alışkanlıklardan kurtulma konusunun bu denli güncel olması.
Öncelikle
belirteyim: Ben, “yatmadan önce bir şeyler yemek”, “yapmamız gerekenleri
ertelemek”, “çabuk vazgeçmek” gibi “küçük” suçlarımıza değinmek istiyorum. Alışkanlıklarımızın yaşamın akışına
uyumsuzluk oluşturduğu, hayatın düzenini bozduğu, kısacası bir bağımlılık haline geldiği durumlar, bir
uzmanlık alanına girdiği ve ciddi bir tedavi gerektirdiği için o alana hiç
girmiyorum.
Beyinden
başlayalım. Tüm bedenimizin enerji gereksiniminin yalaşık % 20’si beynimiz
tarafından harcanıyor (Clarke, D. D. &
Sokoloff, L., Circulation
and Energy Metabolism of the Brain, 1999). Bu nedenle beyin
etkinliğinde yapabileceğimiz “tasarruf” çok önemli. Bazı davranışlarımızı
alışkanlıklar ile adeta “otomatiğe bağlayıp” düşünmeden yapıyoruz.
Her
zaman olduğu gibi, bilim insanları farelerle laboratuvar deneyleri yapıyor (bu fareler de ne çok çekmiş insanların
elinden) (Ann Graybiel, MIT). Temel
deney çok basit. “T” şeklinde bir tüp yapılıyor, tüpün bir ucundan ses
veriliyor ve bu uca ödül olarak çikolata konuyor. Bir farenin beynine
aktiviteyi ölçen bir elektrot bağlanıp tüpe bırakılıyor. Tüpe bırakılan fare önce
koklayarak, inceleyerek, beynini yoğun biçimde çalıştırarak ilerliyor ve sesin
geldiği tarafta ödülü buluyor. Deney birkaç kez tekrarlanınca fare “öğreniyor”,
beyin aktivitesi azalıyor, hemen sesin geldiği tarafa yönelip ödülü yiyor.
Değindiğim gibi bu temel deney. Bilim insanları bir deney serisi ile
alışkanlıkla beynin hangi bölgesinde aktivitenin azaldığı, alışkanlığın nasıl
silindiği, nasıl yeniden hatırlandığı gibi birçok farklı boyutu da
incelemişler. Ama bizim amacımız için bu temel yeterli.
Burada
20. yüzyıl Fransız sosyoloğu Pierre Bourdieu’nun habitus kavramına değinebiliriz. Kültür, “bu durumda şöyle
davranılır” diyen normlar bütünü ise, habitus bunun “davranışlarımıza yansıması”
oluyor. İnsan, birçok zaman bir davranışı “nasıl” yapacağını bilir fakat “niçinini”
açıklamakta zorlanır. Marx, toplumsal hayatı çözümlerken ağırlıklı olarak
ekonomik ilişkileri ölçüt olarak almıştı; Weber, sosyal ve siyasal ilişkileri; Bourdieu ise
kültürel ve simgesel ilişkileri çözümlemenin içine alıyor. Hatta Bourdieu sınıflar
arasında geçişin -Weber’in iddia ettiği gibi- pek de kolay gerçekleşmediğini
düşünüyor ve habitusları gereği bireylerin bir üst sınıfa girdiklerinde, hangi
kökenden geldiklerini belli ettiklerini, sınıfa adapte olmalarının ancak birkaç
kuşak sonra mümkün olduğunu belirtiyor.
Neyse,
biz yine küçük kötü alışkanlıklarımıza dönelim. Eğer maceracı yönümüz ağır
basmıyorsa farklı bir ortama girmek, yolculuğa çıkmak, bir yabancı ile konuşmak
alışkanlıklarımızdan farklı bir çevreye girmemizi gerektirdiği için bizi biraz
“geriyor”.
Alışkanlıklarımızın bazıları toplumsal, bazıları ise kişisel. Örneğin yemek zamanları ve türleri, giyim-kuşam, çalışma-tatil gibi bazı toplumsal alışkanlıklarımız var. El sıkma–öpme, trafikte sağdan ilerleme gibi bazı toplumsal alışkanlıklarımızın başlangıçları binlerce yıl geriye uzanıp nedenleri günümüz toplumu için anlamını yitiriyor. Genel olarak yaşamın büyük ölçüde değiştiği (antropoloji diliyle liminalité - eşik, geçiş dönemi) doğum-mezuniyet-düğün-ölüm gibi durumlarda tören ve ritüellere sığınıyoruz. Böyle durumlarda nasıl giyinmemiz, neler söylememiz, nasıl davranmamız gerektiğini bilmek bizi biraz olsun rahatlatıyor.
ABD’li
gazeteci ve yazar Duhigg,
alışkanlık modelini üç aşamalı olarak kuruyor: tetikleyici, otomatik davranış
ve ödül (Charles Duhigg, Power of
Habit, 2012). Beyin tetikleyiciyi alınca sanki ödülü almış gibi mutlu
oluyor ve dopamin salgılıyor. Oysa
gerçek ödül henüz alınmamış! İşte bu noktada gerilim oluşuyor, alışkanlık
devreye giriyor, otomatik davranış başlıyor ve ödüle ulaşıyoruz. Değiştirmek istediğimiz bir
alışkanlığımız için bu modeli ve aşamaları anlamalıyız. Bazı durumlarda “ödülü”
değiştirebilir, örneğin çikolata yerine meyve veya yoğurt yiyebiliriz. Ama
birçok durumda “otomatik davranış” aşamasını değiştirmeliyiz. Örneğin
“sabah uyandığımız gibi telefona bakma, hatta sosyal medyayı tarama” otomatik
davranışı, “mutfağa gidip bir bardak su içmekle”; “gece geç vakte kadar
bilgisayar-TV başında olmayı”, “belirli bir saatte yatağa uzanıp kitap
okumakla” değiştirmeyi hedeflemeliyiz. Bunun oldukça zor olduğunu biliyorum.
Başta
belirttiğim gibi, ben hiç de iyi bir “kendini geliştirme” kitabı okuyucusu
değilim. Benim ilgimi çeken yalnızca kendimizden bu kadar memnun olmamamız! Bir
kitap okuyarak onlardan kurtulabilir miyiz? Bilmiyorum. Ama çoğumuzun kurtulmak
istediğimiz bir şeyler var.


Hiç yorum yok:
Yorum Gönder