Bu blogda “Batının” geliştiği ve “Doğu” karşısında kesin bir
üstünlük sağladığı dönemi çeşitli boyutlarıyla tartışmaya çalıştığımı, arka
planda da hep “biz neden geri kaldık?” sorusunu kendime sorduğumu fark
etmişsinizdir. Birbirini izleyen beş yazıda 18. ve 19. Yüzyıllarda Batı’daki gelişmelere
toplum-tarih açısından bakmak istiyorum. Kuşkusuz bu da birkaç blog yazısının
sınırlarını çok aşan bir konu. Ama yine de temel kaynak olarak Philip Zelikov, “The Modern Word: Global
History Since 1760”, University of Virginia’dan yararlanarak bu gelişimin ana
hatların altını çizeceğim.
Ele almayı planladığım beş konunun başlıklarını aşağıdaki
gibi sıralayabilirim:
- BATI TOPUMLARI GELENEKSEL’DEN MODERN’E NE ZAMAN GEÇTİ?
- SANAYİLEŞME-EMPERYALİZM
- HİNDİSTAN-ÇİN-JAPONYA’DA EMPERYALİZM ÖRNEKLERİ
- DEMOKRATİK ADIMLAR VE LİBERALİZM
- ULUS DEVLET OLUŞUMU
Zaman açısından bir çerçeve oluşturan 1. Bölümün ardından
konuyu 2. ve 3. Bölümlerde daha çok ekonomi açısından, 4. Bölümde daha çok
politika açısından, 5. Bölümde ise yönetim açısından ele almak istiyorum. Bu
yönlerin toplum yapısında birbirinden bağımsız konular olmadığını, hatta böyle
ayrı bölümlerde incelenmesinin zorunlu olarak bazı tekrarlara ve zamansal geri
dönüşlere yol açacağını biliyorum. Ama yine de bu boyutların birbirini izleyen
bölümler halinde ve ayrı ayrı ele alınmasının daha uygun olacağını düşünüyorum.
BATI TOPUMLARI GELENEKSEL’DEN MODERN’E NE ZAMAN GEÇTİ?
Önce “geleneksel” ve “modern” kavramlarına bakalım. Ana
hatlarıyla hepimizin bildiği bu konuyu Henry Adams’ın iki simge çerçevesinde
ele alması bence çok ilginç. Henry Adams, “The
Education of Henry Adams” adlı otobiyografisinde (1918) Avrupa’da
geleneksel toplumun simgesi olarak Hz. Meryem’i;
modern toplumun simgesi olarak da Dinamoyu
gösterir. Burada geleneksel ve modern toplumdaki kuvvetleri inceler. Hz. Meryem
ile simgelenen kuvvet, 1200’lerde, Paris yakınlarındaki Chartres katedralini
yaptırdı. Binlerce insan yüz yıl çalışarak çevrede hiç benzeri olmayan çok
görkemli bir yapı yaparak, amaçlarının, ülkülerinin, inançlarının birliğini ve
gücünü gösterdi.
Modern Batıda ise insanları böyle büyük bir ülkü çevresinde
birleştirebilecek kuvvetin örneğini 1893 Chicago fuarında görüyoruz.
Daha çok Fransız sanayiinin başarılarını sergileyen 1844
Paris Fuarının verdiği ilhamla sanayi gelişiminin küresel boyutunu sergileyen “Dünya
Fuarları – World Expo” dönemi başlamıştı. 6 Milyon ziyaretçiyi ağırlayan 1851
Londra Fuarında cam-demir yapı Kristal Saray (Crystal Palace) Kraliçe Victoria İngiltere’sinin gücünü göstermiş,
10 Milyon ziyaretçi ağırlayan 1867 Paris Fuarı Osmanlı Padişahı Abdülaziz’i de
Avrupa’ya çekmişti. 1893 Chicago Fuarı
da ABD sanayiinin gösteriş alanı oldu. Yandaki fotoğraftaki bütün binalar bu
serginin salonlarıydı.
Bu binalardan biri “Elektrik” binasıydı ve bu binanın
bir salonunda da Henry Adams’ı çok etkileyen dinamo sergileniyordu. Dinamonun
boyutunu anlamak için fotoğrafın solundaki adama bakmalıyız. Adams’ın
anlatımıyla: “İnsan köklü içgüdüsü ile bu
sessiz ve sonsuz kuvvetin önünde dua etmeğe başlıyor”.
Burada Adams, bir toplumsal kuvveti diğeri ile
karşılaştırmıyor. Hangisinin daha güçlü veya güzel olduğunu irdelemiyor.
Yalnızca kuvvetlerin kaynağının farklılığına işaret ediyor. (Herhangi bir
yanlış anlamaya yol açmamak için belirteyim ki Adams modern yaşamın gelişmesini
gözlemekle kalmadı oldukça olumsuz bir gelecek tablosu da çizdi.)
BATI GELENEKSELDEN MODERNE NE ZAMAN GEÇTİ?
Toplumların dönüşümünün birden gerçekleşmediğini, birçok
parametrenin farklı zamanlarda, hatta birbirini etkileyerek ve sürekli bir
değişim içinde geliştiğini biliyoruz. Yine de toplumların tarihinde belirli
kırılma noktaları gözlüyoruz. Batı toplumlarında “geleneksel” yapıdan “modern” bir
yapıya dönüşüm yavaş yavaş gelişen bir süreç içinde mi oldu? Yoksa hiç olmazsa birkaç
on yıllık bir dönemi bir kırıma noktası olarak belirleyebilir miyiz?
Geleneksel toplumlarda bireylerin sürekli açlık, salgın
hastalık ve saldırıların tehdidi altında olmalarına karşılık toplumsal yaşam
daha kararlıydı. Bir bölgeye egemen olan “hanedan” değişse bile bir kuşağın
yaşamı kendinden bir önceki kuşağın yaşamına yakındı. Oysa modern toplumlarda
bireysel güvence arttı, yaşam uzadı. Buna karşılık toplumsal yaşam büyük bir
hızla değişmeye başladı. Eğer kısaca geleneksel toplumu “durağan, yaşamın temel
koşullarının bir kuşaktan bir sonrakine çok fazla değişmediği toplum” olarak;
modern toplumu da “yaşam koşullarının hızla değiştiği toplum” olarak tanımlarsak
toplumda yaşayan insanların yaşamını derinden etkileyen birkaç parametre
belirleyip bunlarda zaman içindeki değişimin belirgin kırılma noktaları
oluşturup oluşturmadıklarına bakabiliriz. Kuşkusuz bu parametrelerin hepsi aynı
öneme sahip değil ve aşağıda önemlerine göre de sıralanmamışlar. Hatta bazıları
daha temel, bazıları ise bu temel parametrelerin sonuçları. Ama burada yalnızca
topumdaki insanların yaşamını etkileyen birkaç parametreye göz atıp özellikle
değişimin zaman boyutuna bakacağımız için önem veya neden-sonuç çözümlemesi çok
da gerekli değil.
NÜFUS
Dünya nüfusunu gösteren istatistikleri (www.worldometers.info) 1750-1800
döneminden sonra nüfusu artışının farklı bir ivmeyle yükseldiğini gösteriyor. Bir
yandan sağlık alanındaki, diğer yandan tarım yöntemlerindeki gelişmeler hem
insan ömrünü uzatıyor; hem de insanların daha iyi beslenip üreyebilmesini sağıyor.
EKONOMİ
Kişi başına geliri hesaplamak güncel verilerle bile oldukça
tartışmalı bir konudur. Günümüzden binlerce yıl öncesine uzanan bir dönemi
kapsayacak biçimde bu çalışmayı yapmak kuşkusuz çok daha büyük zorlukları
içerir. İşte bu çetrefilli alanda Gregory Clark’ın yaptığı bir çalışmanın
sonucuna göz atabiliriz (Gregory Clark,
“A Farewell to Alms”, Princeton Univesity Press, 2007). Clark insanlık
tarihinde binlerce yıl tarımdan iyi verim alındığı yıllarda kişi başına gelirin
ve nüfusun arttığını; nüfus artışının kıtlığa yol açtığını ve bu kez kişi
başına gelirin düştüğünü gözlüyor. Nüfus çalışmaları ile ünlü bilim adamı
Malthus’u (1766-1834) anarak “Malthus Tuzağı” adı verilen bu kısır döngünün
kırılması ancak sanayi devrimi ile 1750-1800 döneminde gerçekleşebiliyor.
ENERJİ
Geleneksel toplumlarda enerji kaynakları doğada bulunduğu
biçimde veya değirmen-dişli-makara-pulluk gibi basit düzenekler yardımıyla
kullanılan odun yakılması, rüzgâr, su, hayvan gibi. Modern toplum düzeninde
bunların yerini önce kömürün, daha sonra (hatta daha sonra nükleer) gibi
insanoğlunun işlediği enerji kaynaklarının aldığını görüyoruz. Bu “işleme”
sonucunda buhar enerjisine dayanan makinalar (1700’ler), daha sonra petrole
dayalı içten yanmalı motorlar, dinamolar, elektrik gibi uygulamalar (1800’ler) gelişiyor.
TİCARET
Bin yıllar boyunca Dünya ticaretinin Akdeniz çevresinde
geliştiğini olsa olsa kervan yolları ile Asya içlerine uzanabildiğini biliyoruz.
Okyanus aşırı ticaret 1700’lerin ikinci yarısında yeni boyutlar kazandı. Ticaret
yollarındaki ağırlığın değişimini gösteren yandaki haritada ilk dikkatimizi
çeken konu Batı Avrupa’dan kaynaklanan ilişkilerin yoğunluğu oluyor. Diğer
yoğunlaşma bölgesi Endonezya-Yeni Gine (baharat), Küba-Karayıp Adaları (şeker),
Meksika-Orta Amerika-Peru (altın, gümüş), Kuzey Amerika’nın güneyi (tütün). Özellikle
şeker ve tütün üretimi için Afrika’dan köle getirilmesi gündeme geldi. (Pamuk
üretimi daha sonra 1800’lerde yoğunlaştı). Bu ürünlerin maddi değeri yanında
Avrupa toplumlarında yeme-içme alışkanlıklarını ve yaşam biçimini de geniş
ölçüde etkilediğini belirtmeliyiz.
ASKERLİK
Askerlik alanındaki gelişmeler tarihçilerin ayrıntılarıyla
üzerinde durdukları hatta bazılarının bir devrimler dizisi olarak sundukları
bir çizgide ilerledi (Rogers, Clifford J.
“Military Revolutions’ and Revolutions in Military Affairs’: A Historian’s
Perspective”). Kabaca zırhlı süvari döneminin ardında 14. Yüzyılda
piyadenin; 15. Yüzyılda topçunun, 16. Yüzyılda top atışlarına karşı
tasarımlanmış kalelerin, 1580-1630 yıllarında taşınabilir ateşli silahların öne
çıktığını, 1650-1715 döneminde ise Avrupa ordularında asker sayısının ve
uzmanlaşmanın önemli ölçüde arttığını söyleyebiliriz. Otuz Yıl Savaşları
(1618-1648) sırasında en büyük ordu 50 000 kişiyi geçmediği halde 1700’lerde
birçok Avrupa ülkesinin 100 000 kişilik orduları vardı. Menzili artırılan topun
etkin biçimde kullanılması için mermi yörüngesini hesaplayabilecek eğitimli topçu
subayları ve ayrıntılı talimatları uygulamak için talimlerle yetişmiş askerler
gerekti. Büyük ve hareketli profesyonel orduların silah, mühimmat, yiyecek gibi
gereksinimlerin depolanması ve taşınması lojistik sistemleri doğurdu.
KENTLEŞME
İlk kentlerin kurulması neolitik çağlara kadar uzanıyor. Ama
binyıllarca kent nüfusu toplam nüfusun %10-15’inin üzerine çıkmadı. Eğer 20 000
üzerindeki nüfusun yaşadığı yerleşimleri “kent” olarak kabul edersek, 1801’de
İngiltere ve Galler’de toplam nüfusun % 17’si kentlerde yaşamaya başladı. Bu
oran 1851’de % 35’e, 1891’de % 54’e çıktı. (Watson,
Cristopher “Trends in World Urbanısatıon”, Proceedings of the First
International Conference on Urban Pests, 1993.)
BİLİM–TEKNOLOJİ
Geleneksel yaşamın egemen olduğu dönemde din, kültürün
temelini oluşturuyordu. Okyanusların aşılması ve yeni kıtaların keşfi geleneksel
düşünce ve yaşam biçimlerine önemli bir darbe oldu. Bir yandan kutsal
kitaplarda hiç sözü edilmeyen bu kıtalar ve oralardaki bitkiler–hayvanlar
geleneksel “bilgi birikimine” inancı sarstı; diğer yandan insanın keşif-buluş yeteneği
öne çıktı.
Modern toplumda bilim-teknoloji büyük önem kazandı. Francis
Bacon (1561–1626) bilimsel yöntemin temellerini ortaya koymuş; dünyanın güneş
etrafında dönüyor olabileceği 1540’larda fısıldanmış olsa da bunun din
otoritelerine karşı bir görüş olarak gündeme gelmesi 1600’leri bulmuştu
(Galileo Galilei 1564–1642). Ardından Newton (1642 – 1726) “yeni bilimin”
simgesi haline geldi.
1700’lerde bilim– teknoloji dallarının oluşmaya başladığını
görüyoruz: Kimyanın “babası” Lavoisier (1743-1794) ve fizyolojinin “babası” Herman
Boerhaave (1668-1738) bu dalların kurucuları oldu. Elektrik ve manyetik çizgisi
ise Dr. William Gilbert (1544-1603), Michael Faraday (1791-1867) ve James Clerk
Maxwell (1831-1879) ile başladı.
Bu temel üzerine toplumu somut gereksinimlerine teknolojik çözümler
aranıyor. Örneğin okyanuslarda yapılan yolculuklar önemli seyrüsefer (navigation) sorunlarını gündeme
getiriyor. John Hadley’in (1682–1744)
yıldız açılarını ölçen oktantı, John Harrison’un (1693-1776) deniz kronometresi
gereksinime dönük buluşlar olarak anılabilir.
Bilim-Teknoloji çizgisinin bundan sonraki öyküsünü
Sanayi-Emperyalizm-Modern Kapitalizm başlığı altında inceleyelim ve bu
bölümdeki temel amacımız olan “Batı gelenekselden moderne ne zaman geçti?” sorusuna
dönelim.
TOPLUM YÖNETİMİ
1789 Büyük Fransız İhtilali ve 1776 ABD’nin İngiltere’den
bağımsızlığını ilan etmesi hemen aklımıza gelen önemi kilometre taşları. Toplum
yönetimi konusuna biraz daha genel bir çerçeveden bakarsak geleneksel
imparatorluklarda ilk bakışta merkezi otorite çok güçlü görünüyor. Tarihte hanedanlar
arasındaki güç savaşlarını; büyük
seferlerle imparatorlukların egemen oldukları ve yağmadıkları bölgelerin el
değiştirdiğini okuyoruz. Diğer yandan bu değişimler toplumun alt kesimlerindeki
bireylerin günlük yaşantısını pek de etkilemiyor. 1700’ler öncesinde dünyaya
baktığımızda Asya’da Çin, Babür-Moğol, Osmanlı İmparatorluklarını, Avrupa’da
ise daha çok çatı-yapıları olarak tanımlanabilecek Habsburg Monarşisi, “seçilen”
imparatorlarla Kutsal Roma Cermen İmparatorluğunu, Fransa’da Valois-Bourbon
hanedanlarının, İngiltere’de Tudor-Stuart hanedanlarının çatışmalarını ve ittifaklarını
görüyoruz.
1700’lerin ikinci yarısından itibaren ise tüm görünüm
değişiyor. Yukarıda değindiğim deniz aşırı ticaret, yeni topraklar, oradaki
yağma, kölelik, toplumu ve yöneticilerin güçlerini derinden etkiliyor. Krallar
yeni topraklarda koloniler kurma ve ticaret yapma imtiyazını bazı şirketlere
veriyor. (Örnek Britanya’nın Doğu Hindistan Şirketi – East India Company). Bu şirketlerden aldığı vergi ve borçlarla
askeri gücünü arttırıyor. Bankalar bu ticari girişimlere verdikleri krediler sonucunda
aldıkları faizlerle güçleniyor. Okyanus aşırı taşımacılığın riski ile sigorta
şirketleri gelişiyor. Hem askeri hem de taşımacılık alanında çalışan büyük
yelkenli gemiler inşa ediliyor… Kral, ordu, donanma, bürokrasi ve devlet
şirketlerini kapsayacak biçimde “merkezi” otoritenin güçleniyor; ulus-devlet, kapitalizmin
merkantilist aşaması gelişiyor.
SONUÇ
Yazımın başlığındaki soruya yanıt vermek gerekirse, kuşkusuz
kökleri çok daha eskilere uzansa da 1750-1800 arasındaki 50 yıl içinde Batı
toplumlarında gelenekselden moderne geçildiğini söyleyebiliriz.
VE OSMANLI
Konumuzu “Batı toplumları gelenekselden moderne ne zaman
geçti?” olarak sınırlarsak Osmanlı’nın bu konunun tümüyle dışında kaldığını
biliyorum. Ama yine de yazarken benim, okurken de sizlerin aklının bir
köşesinde “pekiyi biz ne yaptık?” sorusunun olduğunu da biliyorum. Üstelik o
dönemde bizde de bireysel girişimler var. Örneğin Piri Reis (1465-1554) gibi
okyanus aşırı ticaretin getireceği olanakları düşünebilen denizciler, Takiyüddin
(1521-1585) gibi gök bilimciler, III. Selim (Padişahlığı 1789-1807) gibi Batı
toplumundaki gelişimi gören yöneticiler çıktı. Ama Piri Reisi idam edildi,
Takiyüddin’in rasathanesini topa tutuldu, III Selim de Kabakçı Mustafa isyanı
ile tahttan indirildi ve ardından boğduruldu. Şimdilik “toplumsal dinamikler bu
görüşlerin etkin olmasına izin vermedi” diyelim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder