19. Yüzyıl sonunda 20. Yüzyıl başında karşılaştığımız
bilmecelerin bir kısmına Özel ve Genel Görecelik Kuramları ile yanıt
verildiğini görmüştük. Şimdi de 1920’lerde Kuantum Kuramı ile gelen
açıklamaları ve bu kuramın farklı yorumlarını özetleyelim.
Özel Görecelik Kuramının günlük yaşamda karşılaşmadığımız
çok yüksek hızlarda gündeme gelmesi gibi Kuantum Kuramı da günlük yaşamda
karşılaşmadığımız çok küçük kuantum varlıkları (quantum entity) ile gündeme geliyor. Kuantum varlıkları olarak
elektron ve proton benzeri atom altı (sub
atomic) parçacıkları, fotonları (ışık birimleri), radyoaktif çözülme (radioactive decay) ile oluşan varlıkları
sıralayabiliriz. Bu saydıklarımın kuantum varlığı olduğu konusunda bir görüş
ayrılığı olmasa da daha büyük varlıkların da bu tür parçacıklardan oluştuğu
düşünüldüğünde sınırın belirlenmesi konusunda nasıl zorlanacağımıza ilerde Schrödinger’in
Kedisi ile değinmeye çalışacağım.
PARÇACIK / DALGA
Temel olarak katı cisimler sınırlı bir bölgede yoğunlaşmış
nesnelerdir ve birbirleriyle çarpıştıklarında da sekerler, parçalanırlar. Bunlarla
-örneğin yüksekten düşen bir taş veya eğik olarak ateşlenen bir top mermisi ile-
ilgili hareket kuramını ve matematiğini yüzyıllardır biliyoruz ve okullarımızda
öğretiyoruz. Kuantum varlıklarının da eğer parçacık iseler bu kurallara uygun
davranmasını bekliyoruz.
Dalgalar ise çok daha büyük bir bölgeye yayılır ve
birbirleriyle girişim dediğimiz biçimde birleşip yeni dalgalar oluşturabilir
veya birbirini yutabilirler:
1800’lerin başından beri girişim örüntüleri inceleniyor ve
fiziğin optik, elektromanyetik, akustik gibi dallarıyla ilgili matematikte
dalgalar da çalışılıyordu. Kuantum varlıkları dalga iseler bu kez dalgalar gibi
davranmalarını bekleriz.
20. Yüzyılın başında kuantum varlıklarıyla ilgili ilginç
gözlemler yapıldı ve bunların bilinen kuramlarla açıklanamayan hem parçacık hem
de dalga özellikleri gösterdikleri gözlendi. Şimdi bu ilginç deneylere bir
bakalım.
Deney 1
Elektronların parçacık mı, dalga mı olduğunu sınamak için
aşağıda görüldüğü gibi iki yarık içeren bir deney düzeneği düşünülebilir. Eğer elektronlar
paracık ise şekilde görüldüğü gibi gözlem düzlemi üzerinde belirgin iki bölgede
izlerin yoğunlaşması beklenecektir:
Yukarıda değindiğim gibi dalga özellikleri ve girişimin
oluşturduğu çizgiler uzun süredir inceleniyordu:
Deneyimizdeki elektronlar dalga ise bir girişim örüntüsü ile
bir dizi çizgi oluşturacaktır:
Böyle bir deney yapıldığında gözlem düzleminde belirgin
şekilde bir girişim örüntüsü oluşturur ve elektronların
parçacık değil dalga olduğunu gözlemlenir.
Deney 2
Şimdi deney düzeneğini biraz değiştirelim ve yarıkların
üzerine birer elektron sezici (elektron
detector) ekleyelim:
Eğer elektronlar parçacık ise bu parçacık ya
üstteki yarıktan, ya da alttaki yarıktan geçecek ve sezicilerden yalnızca biri
elektronu sezecek, iki sezici aynı anda sezmeyecek;eğer elektronlar dalga ise dalga her iki yarığa
da aynı anda ulaştığından her iki sezici de aynı anda sezecektir.
Deney bu biçimde yapıldığında ise iki sezicinin aynı anda
sezmediği gözlenir ve elektronun dalga
değil parçacık olduğu sonucuna varılır.
Benzer deneyi bir elektron kaynağı yerine ışık kaynağı
kullanarak fotonlar için de yapabiliriz. Yine hem şekildeki gözlem düzeyi üzerinde
girişim çizgileri oluştuğunu hem de foton sezicileri çalıştığında -iki
sezicinin aynı anda sezmediğini- ışığın hem
dalga hem de parçacık özelliği gösterdiğini gözlemleriz:
Bu deneylerin sonucu: Eğer
deneyde kuantum varlıklarını sezen bir düzenek varsa kuantum varlıkları parçacık;
yoksa dalga özellikleri gösterirler! Yani sonuç gözlem yapılıp yapılmadığına
bağlıdır! Bir elektron veya foton yakında kendini ölçen bir sezicinin
olduğunu nasıl anlıyor? Bu kuantum evreninde “ölçüm sorunu” (measurement problem) olarak bilinen
sorundur.
KUANTUM MATEMATİĞİ
Gündelik yaşamımızda karşılaştığımız hareket denklemleri –örneğin
yüksekten düşen bir topa ilişkin denklemler- genellikle dalga değil parçacık denklemleridir
ve sonuçları da düşen topun şimdiki veya gelecekteki hız, ivme, konum gibi
niteliklerini (attribute) kesin
olarak verir.
Kuantum matematiği ise elektromanyetik, optik gibi konularda
kullandığımız gibi dalga matematiğidir. Ayrıca bu matematiğin sonuçları
olasılıksaldır. Kuantum denklemleri örneğin bir elektronun çeşitli konumlarda
sezilmesinin olasılıklarını verir.
Kuantum fiziğinin ve matematiğini “anlamakta” zorlanmamızın
temelinde sanırım yüzyıllardır alıştığımız kavramlardan ve matematikten bu iki
notada farklı olması yatıyor. Benim amacım kuantum matematiği kapsamı hakkında
genel bir kanı oluşturacak bilgiler vermek.
Öncelikle iki kavramı ele almalıyız:
- Dalgalar belirli dalga aileleri (wave family) içinde oluşurlar. Ses dalgalarından örnek verirsek keman ile viyolonselin çıkarttığı dalgalar birbirinden farklıdır. Ama birçok benzerlikleri de vardır. Çünkü ikisi de yaylı çalgılar dalga ailesinin birer üyesidir. Benzer biçimde vurmalı çalgılar, tahta nefesliler vb. gibi farklı dalga aileleri olduğunu da söyleyebiliriz.
- Bir dalga ailesinin oluşturduğu bir dalga bir diğer bir dalga ailesinden dalgalar tarafından da oluşturulabilir. Yine ses dalgaları alanından örnek verirsek piyano veya kontrbasın vurmalı çalgılar ailesinden sesler üretebilmesini, büyük bir kilise orgunda üretilen ses dalgalarının bir elektronik klavyede üretilebilmesini örnek verebiliriz.
Bu kavramlara değindikten sonra kuantum kuramını üç adımda
özetleyebiliriz:
- Bir kuantum sisteminin durumu (state) bir dalga matematiği parçası ile gösterilir ve dalga işlevi (wave function) diye anılır. Örneğin belirli durumdaki bir elektron bir dalga işlevi ile gösterilebilir.
- Bir kuantum sistemi üzerinde yapılan her ölçüm bir dalga ailesi ile ilişkilidir. Elektronun konumunu ölçmek istediğimizi düşünelim. Söz konusu olan birçok dalga ailesinden biri bu ölçümle ilgili olacaktır. Elektronun momentumu veya dönüşü (spin) başka dalga aileleri ile ilişkilidir.
- Bir kuantum sistemi üzerinde yapılan her ölçümün çıktısı hakkında yapılan her öngörü o ölçümle ilişkili dalga ailesinin ilgili dalgalarıdır. Olayı basitleştirmek için konum ölçümüyle ilgili dalga ailesinden yalnızca iki dalganın konumu oluşturduğunu düşünelim. Bu durumda elektronun belirli olasılıklarla iki konumdan birinde olması beklenir.
KUANTUM KURAMININ YORUMLANMASI
Kuantum Kuramının, denklemlerinin bu konudaki gözlemleri ve
deneyleri açıklama yönünden belki de fiziğin en güçlü kuramı olduğunu; diğer
yandan bu kuramın günlük yaşamımızda tanık olduğumuz gerçeklik açısından yorumlanmasının çok garip bir resim
oluşturduğunu belirtmeliyim.
Bu garip resmi tartışmak için daha önce ele aldıklarımıza
benzer, ama çok daha basit bir deney düzeneği düşünelim:
Yarı Geçirgen Yarı Yansıtan Düzlemin geçirdiği fotonları A
yolundaki sezici seziyor; yansıttığı fotonları da B yolundaki sezici seziyor. Daha
önceki deneylerde gördüğümüz gibi –düzenekte seziciler olduğuna göre- seziciler
aynı anda sezmeyeceklerdir. Kaynaktan çıkan fotonların %50 olasılıkla
geçtiğini, %50 olasılıkla yansıtıldığını var sayalım.
Yukarıda geliştirdiğimiz terimleri kullanırsak foton
kaynağından çıkan fotonların, A yolundan giden fotonların ve B yolundan giden fotonların
ayrı durumları olacaktır. Geçirilen fotonlar ile yansıtılan fotonların toplamı foton
kaynağından çıkan fotonlar olduğuna göre geçirilen fotonların durumu ile
yansıtılan fotonların durumunu üst üste koyduğumuzda (superpose) foton kaynağından çıkan fotonların durumunu elde ederiz.
Şimdi bir fotonun kaynaktan çıktığını ve Yarı Geçirgen Yarı
Yansıtan Düzleme yaklaştığını düşünelim. Bunun bir dalga işlevi vardır ve iki
tane gelecek durumun (A ve B yolları) üst üste binmesinden oluşur. Bu fotonun
Yarı Geçirgen Yarı Yansıtan Düzlemden geçtiğini, A yolunda ilerlediğini ve bu
yoldaki sezici tarafından sezildiğini düşünelim. Bu yolla ilgili durum
etkindir. Pekiyi, B yolu ile ilgili duruma, ilgili dalga işlevine ne oldu? Ölçüm
bu durumu çökertti mi (collapse)?
Artık tek durumlu bir sistem mi var? İşte yukarıda değindiğim ölçüm sorunu bu
belirsizliğin görünümüdür. Sorunu
olasılık terimleriyle açıklamak çok kolaydır. Fotonun %50 olasılıkla A yolunu
seçmesini bekliyorduk. Ama gelecek durumu Yarı Geçirgen Yarı Yansıtan Düzlemden
çıkmadan öngöremedik. Bu konudaki belirsizliğin bizi neden rahatsız ettiğini
anlamak için alıştığımız gerçeklikte yüksekten top düşmesi örneği ile
karşılaştıralım. Daha önce belirttiğim gibi topun nereye, hangi hızla, ne zaman
düşeceğini, bütün niteliklerini (attribute)
bilmeye alışkınız. Kuantum varlıklarının ise kitleleri gibi kesin nitelikleri
var. Ama konumları gibi olasılıksal nitelikleri de var.
Kuşkusuz bu konuda birçok yorum geliştirilmiş. Örneğin
Einstein kuantum denklemlerinde bazı eksikler olduğunu düşünmüş. Ama kuantum
fizikçileri Einstein sonrası yapılan gözlemlerin bu konuda onu doğrulamadığını
söylüyorlar.
Yorumlardan biri gizli değişken (hidden variable). Quantum kuramında henüz bulamadığımız bir
değişkenin olduğunu, bu nedenle gündelik yaşamımızda bildiğimiz gerçekliği
kapsayamadığını öne sürüyor.
Kopenhag yorumu ölçümle durumlardan birinin çöktüğünü (collapse) ve yeni bir dalga işlevinin
geçerli olduğunu, ölçüm öncesinde kuantum varlığının ölçümle ilgili niteliğinin
olmadığını belirtiyor. Kuşkusuz burada
ölçümün ne olduğu da tartışmalı. Örneğin bazı ölçüme bağlı gerçeklik
taraftarları insan bilincinin belirleyici olduğunu, biz bir olayın farkına
varmadan önce kuantum varlığının bu özelliğinin var olmadığını söylüyor.
İlginç bir yorum da birçok dünya (many words) yorumu. Burada üst üste binmiş durumlardan hiçbiri
çökmez, -adeta başka bir dünyada- var olmaya devam eder. Deneyi gözleyen bizler
durumlardan birinin parçasıyız. Bizim parçası olmadığımız diğer durumdaki
gözlemciler yukardaki örnekte fotonun B yolunu seçtiğini gözler.
SCHRÖDINGER’İN KEDİSİ
Kuantum varlığını tanımlarken elektron, foton, atom altı
parçacıklar vb. “günlük yaşamımızda yer almayacak kadar küçük” varlıklar olarak
düşünmüştük. Ama büyük varlıkların yapı taşlarının da bunlar olduğunu
biliyoruz. Pekiyi, sınır nereden geçiyor? Kuantumun gariplikleri gündelik
gözlemlerimize yansıyamaz mı? Erwin Schrödinger (1887 – 1961) bunlar üzerine
çalışmış ve ünlü düşünsel deneyi ile bizi düşünmeye çağırmış. Deneyin düşünsel
olduğunu vurguluyorum. Ne Schrödinger bu deneyi yapmış; ne de bizim yapmamızı öneriyor!
İçini göremediğimiz kapalı bir kutu düşünelim. Kutunun içine
bir kedi koyalım. Alıştığımız düzenek ile % 50 olasılıkla geçiren Yarı Geçirgen
Yarı Yansıtan Düzlem yerleştirip bir foton ateşlemeğe hazırlanalım. A sezicisi
fotonu sezdiğinde çekiç şişeyi kıracak, şişeden çıkan zehirli gaz da kediyi
öldürecek. Foton diğer yolu izlerse bu üzücü durum olmayacak ve kedi sağlıklı
kalacak:
Şimdi durumlara (state) bakalım. Bir foton ateşlediğimizde fotonun, dolayısıyla kedinin durumu “yarı ölü”; ardından ya “tam ölüyor” veya “yaşamaya devam” ediyor. Biz de bu soncu ancak kutuyu açtıktan sonra görüyoruz.
Şimdi durumlara (state) bakalım. Bir foton ateşlediğimizde fotonun, dolayısıyla kedinin durumu “yarı ölü”; ardından ya “tam ölüyor” veya “yaşamaya devam” ediyor. Biz de bu soncu ancak kutuyu açtıktan sonra görüyoruz.
Kuşkusuz bu durum günlük hayatta rastlayabileceğimiz bir
durum değil ve temelinde yine kuantum varlıkları var! Ama her halde Schrödinger
yapmak istediğini yapmış ve kuramın “büyük” nesneler üzerinde de sonuçları
olabileceğini göstermiş.
Bir kez daha vurgulayayım: kuantum kuramı, kuantum
varlıklarına ilişkin gözlemleri açıklamakta yeterli. Kuantum matematiği doğru
ve güvenilir sonuçlar veriyor. Ama her gün yaşadığımız gerçeklikle bunları
açıklamamız, özümsememiz zor. Yine nedenin
değil, nasılın peşinde olduğumuzu ve
kuantum kuramı ile bunu sağladığımızı vurgulayalım. Diğer yandan kuantum alanında
gerçekliğin resmi çok garip ve
birçok farklı yoruma açık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder