Batılının Doğuya ve Doğuluya olan ilgisi kuşkusuz çok
eskilere uzanır. Orta çağ boyunca Doğudaki esrarengiz krallık imgesi düş
gücüyle beslenir. Haçlı seferleri birçok efsane geliştirir. Daha yakın çağlara
gelip edebiyat dünyasına bakarsak hemen aklımıza Montesquieu’nun İran Mektupları veya Voltaire’in Candid’i geliyor.
Bu gün anladığımız anlamda oryantalizmi Napolyon’un Mısır-Suriye seferiyle başlatabiliriz. Toulouz’dan kalkan donanma ile Napolyon orduları Mısır-Suriye’ye geldi (1798-1801).
Napolyon kuşkusuz İngilizlerin
Hindistan yolunu tıkamak istiyordu. Akka’da sona eren serüven başarılı mıydı?
Değil miydi? tartışmasını tarihçilere bırakalım. (Birçok tarihçi seferin büyük
bir yenilgi olduğunu belirtecektir.) Ama bu seferin kültürel boyutu büyük oldu.
Antik Mısır uygarlığı ve hiyeroglif Avrupalı ve özellikle Fransız aydınının çok
dikkatini çekti. (Bu arada tarihin ilginç bir cilvesine de işaret edeyim. Osmanlı’nın
Napolyon’a karşı koymak için gönderdiği Kavalalı Mehmet Ali Paşa ve ardılları Mısır’da
bir modernleşme hareketi başlattı. Belki de Arap Dünyasında Mısır’ın
ayrıcalıklı konumunu Balkanlardan gelen bu rüzgâra borçluyuz!)
(Napolyon’un Mısır-Suriye seferi)…Oryantalizmin
modern tarihinde muazzam sonuçlar doğurmuştur. (Edward Said, Oryantalizm s. 115)[1]
Tümüyle yeni bir toplum düzenine geçiş sürecinin
çalkantılarını yaşayan Batılı, Doğu’ya baktığında kendi toplumundan çok farklı
bir dünya gördü. Bu gözlemi yapan bazı yazarlar ve ressamlar Doğu’nun olumlu
yönlerini öne çıkartılar. Bazıları da olumsuzlukları öne çıkarttılar; hatta
emperyalist yaklaşımları savunan bir tutum aldılar.
Doğu’yu tümüyle karalamak istemeyenler bir orta yol
buldular. Doğu’yu “Geçmiş” ve “Bugün” diye iki döneme ayırdılar. Doğu konusunda
“güzel geçmişi”, iç dinamikleri olmayan, durağan, sakin, mistik, gizemli,
dünyadan yalıtılmış biçimde sergilediler. Hadol’un haritasında Anadolu’da yatıp
nargile içen kadına bakın.
“Çirkin bugünü” ise ikiyüzlü, ahlaksız, rüşvetçi, despot,
köktenci gibi vurgularla sundular.
Burada ayırt edici özellik ne geçmiş ne de bugün
değerlendirilirken bilim, tarih, ekonomi, sosyoloji… açılarından konuya
bilimsel yaklaşılmamasıdır. Kuşkusuz Batı’nın gözünde Batı ise Antik Yunan’da
beri akılcı, dinamik ve üstündü.
Resim alanında bu sayfada resimlerini gördüğünüz D. Ingres
(1780-1867) ve Delaxroix’nin (1798-1863) yanında Édouard Debat-Ponsan
(1847–1913), Jean-Léon Gérôme (1824-1904),
William Holman Hunt (1827-1910) gibi yüzlerce ressam sayılabilir.
Edebiyat dünyasındaki oryantalist yaklaşım için de pek çok
yazar ve yapıtı örnek verilebilir. Chateaubriand (Itiniraire), Lamartine
(Voyage en Orient), Flaubert (Salammbô), Lord Byron (Turkish
Tales), Renan, Gobineau, Nerval, Gautier… Birkaç örnek vermek sanırım bu
yaklaşımı özetlemek için yeterli olacaktır:
İlk örneğim Victor Hugo. Yukarıda Napolyon’un Mısır-Suriye seferine
değindim. Victor Hugo’nun Lui (O) şiirinde
bu seferine ve Napolyon’a abartılı övgüsünü okuyoruz:
Nil’de onu yeniden
görüyorum
Mısır, şafağının ateşi
ile bir kere daha parlıyor…
İmparatorluk yıldızı
Doğu’dan yükseliyor.
…
Batı’dan gelmiş
Muhammed.
Lord Byron belki de en ünlü oryantalisttir. Giaour
şiirinde bir Hristiyan'ı seven Hassan’ın haremindeki Leila’nın vahşice denize
atıp boğulması anlatılır. Neyse ki şövalye ruhlu Hristiyan sevgili Hassan ile
dövüşür ve Leila’nın öcünü alır. (Bu arada “Giaour”un
bizim dilimizdeki gâvur olduğunu belirteyim.)
«The Siege of Corinth»de Osmanlı donanmasının
Korint’i kuşatması ve buradaki barbarlık ele alınır. Sanırım bir Doğulunun bir
donanmaya komuta edecek beceriyi gösteremeyeceğini düşünen Lord Byron, donanma
komutanını Venedikli bir dönme yapar. (Günümüzde Venedik’te Palazzo Ducale’deki
korkunç Türk korsan motifi bu kuşatmadaki barbar görüntüsünün hatırlatır).
G. Flaubert Salammbô
romanında Kartaca ile Roma’nın savaşını anlatır. Batı değerlerini Roma, Doğu
değersizliğini de Kuzey Afrikalı Kartaca temsil eder. Kartaca’lılar bir yandan
sapık bir seks diğer yandan büyük bir vahşet sergiler. Örneğin dinsel bir
törenlerinde çığlıklar arasında çocuklarını ateşteki kazanlara atarak diri diri
yakarlar. Salammbô’nun yılanla yaptığı çıplak dans günümüzde bile Batılının
seks imajını süsler.
Her halde bu denli yaygın bir etiketleme, tarihin ilk
sistemli “ötekileştirmesidir”.
Oryantalizme 19. Yüzyılda en üst düzeyine çıkmış
emperyalizmin Batılının bilincinde veya bilinçaltında yansıması olarak
bakılabilir. Yukarıda sanatsal boyutuna değindiğim bu konunun politik ve
düşünsel boyutları çok daha belirgindir. Felsefe dünyasından yalnızca bir örnek
vereceğim. Modern-Postmodern etiketi altında “Düşünsel Öncüler” başlıklı yazıda
John Locke’un insan hakları, liberalizm ve hoşgörü konusundaki öncülüğüne
değinmiştim. Burada Locke’un köle ticareti yapan Royal African Company’nin büyük ortaklarından biri olduğunu;
parlamento çalışmaları kapsamında Carolina’da feodal aristokrasi oluşturan ve
efendiye köleler üzerinde mutlak bir güç tanıyan “Carolina’nın Temel Anayasa (Fundamental Constitutions of Carolina) taslağını
kaleme alan kişi olduğunu da belirteyim. Afrika’dan getirilen kölelere istediğimiz
gibi davranabiliriz. Çünkü Afrika’dan getirilen köleler Avrupa’daki insanlar
gibi değildir!
[1] Said,
Edward. Oryantalizm: Sömürgeciliğin Keşif Kolu, Çev.: Nezih Uzel, İstanbul:
İrfan Yayıncılık, 1998.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder