8 Şubat 2013 Cuma

PROJE YÖNETİMİ



Projeyi “özgün bir ürün ya da hizmet yaratmak üzere yalnızca bir kez ortaya konan çaba” olarak tanımlıyoruz. Bu anlamda Marsa uydu göndermekten köşe başına yeni apartman yapmaya; yeni bir buzdolabı modeli geliştirmekten, bir müzik albümü hazırlamaya kadar birçok çalışma proje olarak nitelenebilir [1].

Bu tanıma göre binlerce yıldır yeryüzünde büyük projeler gerçekleştiğini biliyoruz. Sulama için barajlar kanallar, büyük tapınaklar, saraylar, piramitler, Çin Seddi… ilk aklımıza gelenler. Bunlar yapıldığına göre, bu projeler bir biçimde yönetiliyordu. Diğer yandan proje yönetiminin önemli bir yönetim biçimi olarak tanımlanması, kurallarının oluşması 20. Yüzyılda gerçekleşti. Birçok kaynak günümüzde anladığımız biçimde yönetilen ilk “projeyi” Manhattan Projesi adıyla tanımlanan ilk nükleer bombanın yapılması olarak belirtir. Soğuk savaş döneminde bir dizi askeri projede çeşitli proje yönetim yöntemleri gerçekleştirildi. Bir yandan da bu yöntemler yapı, enerji gibi sivil alanlarda uygulanmaya başladı.

Projenin kapsamı birçok zaman belirli kalite isterlerini de kapsayacak biçimde şekilleniyor. Örneğin bir otomobilde kullanılacak elektronik bir cihaz geliştirmek istiyorsanız ve otomobili yeryüzünün çeşitli coğrafyalarında pazarlayacaksanız, cihazınızın çalışması gereken sıcaklık aralığını da belirlemiş oluyorsunuz. Benzer biçimde kapsam ile dolaysız bağlantısı olan diğer iki konu da zaman ve maliyet. Yeni cep telefonu modeliniz üç yılda tamamlanırsa veya termik elektrik santraliniz devreye alınınca kullanıcının elektrik faturaları iki katına çıkarsa projenizin amacına ulaştığını söyleyemezsiniz. Demek ki Kapsam – Zamanlama – Maliyet bir projenin üç temel ayağını oluşturuyor. İşte proje yönetimi konusunda geliştirilen yöntemler – teknikler de bu saç ayağının dengeli biçimde gerçekleşmesini sağlamak için.

Bu blog proje yönetim tekniklerinin ele alınması için uygun bir yer değil. Bu konuda çok sayıda kitap, eğitim programı, ulusal ve uluslar arası örgüt var. Örneğin Proje Yönetim Derneği’nin web sitesi (www.pyd.org.tr) iyi bir başlangıç noktası olabilir. Benim burada değinmek istediğim proje yönetiminin bizim toplumumuzla ve kültürümüzle olan ilişkisi.

Bir projenin oluşturulmasındaki ilk aşama projenin kapsamının belirlenmesi ve yürütülmesi konusunda yöneticiye yetki verilmesi hatta bunun yazılı biçimde belgelenmesidir [2]. Burada ilk zorluklarla karşılaşmaya başlıyoruz. Yerleşik kültürümüzdeki “kervan yolda düzülür”, “hele bir başlayalım da sonrası kolay” gibi anlayışlarımızı bir yana bırakıp ne yapmak istediğimize “başlamadan” karar vermemiz gerekiyor. Zaman içinde küçük değişiklikler yapabiliriz veya tümüyle vazgeçebiliriz ama projemizde adım atmak istiyorsak müşteri isteklerini, proje çıktılarını elimizden geldiğince ayrıntılı biçimde belirlemeliyiz.

Herhangi bir yönetim biçiminde yapılacak işe karar verdikten sonraki aşama o amaca uygun örgütlenme biçimini oluşturmadır. Proje konusunda da kapsamın belirlenmesi ile Proje Yöneticisinin atanması gerekiyor. İşte bu noktada ikinci zorluğumuz yetki verme konusunda. Proje yöneticisinin bir odak noktası (single point of contact) olması temel ilkelerden biri. Oysa biz oldukça hiyerarşik bir çalışma biçimine alışkınız. Bir şirketin birkaç projesi olduğunu düşünelim. Şirket sahibinin, yöneticisinin bu projelerin başına yöneticiler atayıp onlara görev ve sorumlulukla birlikte yetki vermesi gerekli. Şirket üst yöneticisinin birçok durumda gerekli yetkiyi vermediğini görüyoruz. Özellikle küçük şahıs şirketlerinde bu sorun daha belirgin bir duruma geliyor. Büyük kuruluşlarda ise güçlü yerleşik bölümler ve yöneticileri var. Bu bölümlerin dışından bir kişi olarak proje yöneticisinin yürüttüğü proje için bu bölümlerden destek alması zorlaşıyor. Proje Yöneticisini şirketimizin en kıdemli üst yöneticilerinden bir olarak atamak da bu konuda bir çözüm getirmiyor. Çünkü böyle bir yönetici büyük bir olasılıkla zaten -proje dışında- önemli görevleri ve sorumlulukları olan bir kişi. Belki bir Genel Müdür Yardımcısı, belki de Üretim Müdürü [3]. Şirketin çalışma konularından yalnızca biriyle – üstelik projenin tanımı gereği “geçici” bir işte- görevlendirilmesi pek de uygun olmayacak. Kısacası bir proje yöneticisi atamak ve uygun biçimde yetkilendirmek önemli bir sorun.

Proje kapsamında yürütülmesi gereken işlere yakından bakınca ilk dikkatimizi çeken konulardan biri projenin çok farklı nitelikli çalışmaları bir çatı altında toplaması. Örneğin şirketimizde yeni bir ürün geliştirmek istediğimizi düşünelim. İlk bakışta bunun bir “tasarım” işi olduğunu düşünebiliriz. Oysa yeni ürün için birkaç prototip yapmak, bunları test etmek gerekecektir. Projemizin tasarımcıların çalışmaları yanında malzeme satın alımı, çeşitli atölyelerde prototiplerin yapılması, istenen kalite düzeyinin sağlanması bütün bunları yapılması için mali kaynakların kullanılması, müşteri isteklerinin göz önüne alınması gibi boyutları olacaktır. Bu konular da satın alım, üretim, test, kalite, mali işler gibi farklı uzmanlıklar gerektirecektir. Farklı nitelikli çalışmaları yürütmek için ilk akla gelen bir proje takımı oluşturmaktır. İşte burada ikinci yönetim sorunu ile karşılaşıyoruz. Bireysel yaklaşımların ve şirket içi bölüm çatışmalarının önüne geçilmesi, bir amaç (projenin başarısı) doğrultusunda çalışmanın sağlanması gerekiyor. Her gün bireyciliğin özendirildiği dünyamızda “takım çalışması” başlı başına bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Kendi uzmanlık alanındaki yeri, kıdemi, üstün özellikleri ne olursa olsun proje takımının bir üyesinin projede kendine düşen işi yapması gerekecek. Bu özelliğin de egonun “törpülenmesi” yönünde önemli bir eğitim olduğuna inanıyorum.

Daha çok sözlü kültürden geldiğimizi biliyoruz. Okumayı/yazmayı pek sevmeyiz. Oysa proje yönetiminde belgeleme/raporlama çok büyük bir önem taşır. Proje hedeflerin ve kaynakların  açık bir şekilde belirlenmesi; İş Dağılım Ağacı (work breakdown structure), Proje Planı, Kalite Planı, Test ve Değerlendirme Planı, Risk Planı … gerekli planların hazırlanması ile başlar. Dönemsel raporların yanında, projenin özel noktalarında Kritik Tasarım, Ayrıntılı Tasarım, Üretim Hattı Kalifikasyonu… gibi gözden geçirme aşamaları belirlenir ve raporlanır. Hatta proje sona erdiğinde bile projenin çıktıları yanında Edinilen Dersler (lessons learned) raporu ile de geleceğe ışık tutulur. Hepimiz iş toplantılarının verimsizliğinden, bunların önemli zaman kaybı olduğundan söz ederiz. Herhalde bunun çözümü iyi hazırlanmış gündenler, düzenli izlenen ve güncellenen Etkinlik Listeleridir (action item list). Burada iki uçta birbirini doğuran iki tehlike ile karşı karşıyayız. Bu uygulamalar bürokratik zorunluluklar olarak görülüp proje yönetim “kitabındaki” biçimiyle, şekilci bir yaklaşımla uygulamaya konulmamalı. Diğer yandan yorucu ve tümüyle gereksiz bir “kırtasiyecilik” olarak nitelenip uygulamadan kaçınılmamalı. Sanırım proje yöneticisinin yeteneği burada devreye giriyor. Bu yazılı belgelerin arkasındaki nedenleri anlamaya, anlatmaya ve üzerinde çalıştığımız proje için gerçekçi biçimde uyarlamaya çalışırsak etkin çalışma düzeni kurabiliriz.

Yukarıda projenin temel boyutlarından birinin “zamanlama” olduğunu belirtmiştim. Yine ulusal kültürümüze bakarsak sanırım zaman konusunda pek de hassas olmadığımızı itiraf etmemiz gerekiyor. Hemen hemen her toplantı geç başlar, her görüşme gecikir, her iş planlanandan uzun sürer. Birine randevu verirken “Çarşamba öğleden sonra gel” gibi bir cümle kurarız. Hadi biraz daha iyisini düşünelim ve “Çarşamba günü saat 14.00’de bekliyorum” diye ucu açık bir çağrı yapalım. Oysa “Çarşamba günü saat 14:00 – 15:00 arasında bir saatlik bir görüşelim” diye görüşmeyi, toplantıyı, çalışmayı sınırlarıyla zaman eksenine oturtmalıyız. En basit bir proje zamanlamasında bile etkinliklerin süreleri, öncelikleri, birbirleri ile olan zamansal ilişkileri ve bu kapsamda o etkinlik için gereken kaynaklar (insan gücü, para, malzeme…) belirlenir ve zaman ekseninde belirlenir.

Yukarıda yazdıklarımdan “proje yönetimi bizim ulusal kültürümüze pek uygun değilmiş; öyleyse vazgeçelim” sonucu çıkartılmasın. Tersine, bence eksik yönlerimizi geliştirmek için çok önemli ve yararlı. Kısaca sıralarsak
  • ·         Yapılacak işi baştan kapsamlı biçimde tanımlamak;
  • ·         Dengeli bir yetki sorumluluk görevlendirmesi yapmak;
  • ·         Belirlenen hedef doğrultusunda takım çalışmasını gerçekleştirmek;
  • ·         Projedeki etkinlikleri zaman ve maliyet boyutlarıyla bütünsel biçimde ele almak
  • ·         Olumlu/olumsuz gelişmeleri düzenli raporlamak;

 Ve sonunda projeyi kapsamına uygun biçimde zamanında ve maliyet sınırları içinde tamamlamak her türlü çalışmamızda başarı sağlayacaktır. Proje yaklaşımı işte bunun için önemli.


[1] Tümüyle başka anlamdaki “mimari proje”, binanın “elektrik projesi” gibi kullanımları bir yana bırakıyorum.
[2 ]Proje Beratı (project charter) projenin resmen tanındığını belgeleyen dokümandır. Genelde proje dışından bir yönetici tarafından yayınlanır. Bu berat aynı zamanda proje yöneticisine örgüt kaynaklarını proje çalışmalarında kullanması için yetki verir.
[3]Örgütlenme biçimi açısından bu tür sürekli bir görev yöneten bölümleri işlevsel bölümler (functional department) olarak nitelemek gerekir.