31 Ocak 2024 Çarşamba

İnsanı İnsan Yapan Nedir?

Bildiğiniz gibi yapay zeka ilgimi çeken bir konu. Geçen gün bu konuda bir şeyler okurken ilginç bir örnek buldum. Yapay zeka ile, sürücüsüz olarak ilerleyen bir araca, trafik kuralları hakkında herşeyi öğretiyorlar: Yayalara çarpmamayı, dur işareti görünce durmayi, yavaş giden araçları sollamayı... “öğreniyor”. Ardından aracı deneme pistine çıkartıyorlar. Pistte sağ şeritte yavaşça giden ve bazı trafik işaret levhaları – bu arada DUR işaret levhasını - taşıyan bir kamyonet ilerliyor. Sürücüsüz arabanın aklı(!) karışıyor. Yavaş giden kamyoneti geçmek için arkasına yanaşıyor, ama DUR işaretini görünce de duruyor. Kamyonet ilerleyince araç, yeniden kamyonete yaklaşıyor ve yeniden duruyor... Bir insanın kolayca anlayabileceği bir durum, yapay zekalı düzenek için bir bilmece! Kuşkusuz suç, yapay zekada değil; “ona öğretilen örnekler yetersiz” denebilir. Ama, böyle bir durum kimin aklına gelir?

Bu örnek benim aklıma  “bizi insan yapan nedir” sorusunu getirdi. Sanırım bilim kurgu film ve romanlarında, özellikle insansı robotlar için, çokça ele alınan bir soru.

Öncelikle itiraf edeyim: Çevremizde gördüğümüz, duyduğumuz; içinde yaşadığımız gerçeklikten farklı olan; ama görebileceğimizi, duyabileceğimizi, yaşayabileceğimizi düşündüğümüz gerçekliğe de ayrkırı olmayan kurguyu, “bilim kurgu” olarak tanımlarsak, bu konuda hiçbir uzmanlığım yok. Evet, ben de çocukken Jules Verne okuyup aya yolculuk hayalleri kurdum. Sonraları Asimov'un robotları veya Le Guin'in Mülksüzler (The Dispossessed) romanı da çok düşündürdü. Ama, torunlarımın heyecanla izlediği “ışın kılıçlı dövüşler”, “uzaydan gelen korkunç yaratıklar”, “kıyamet sonrası kurulan vahşi imparatorluklar” ve “kurtarıcı kahramanlar” hiç de hoşuma gitmedi.

Felsefenin temel sorularından biri “Ben kimim - neyim?” dir. Bu soruya bilim kurgu, çoğunlukla “öteki” kavramı üzerinden bakıyor. Çünkü “ötekinde” gördüğümüz farklılıklar, aslıda bizim bazı özelliklerimizi anlamamıza yol açıyor. Örneğin “ben”, günümüzün insanı isem; “öteki”, uzaylı, geleceğin robotu, yapay zekası olarak, benden hızlı koşabiliyor, düşünebiliyor, güçlü yada güçsüz olabiliyor. Hatta King Kong örneğinde askerlerin toplarına – tüfeklerine karşı koyan koca goril gibi, duygusal bir aşk yaşayabiliyor. Bu da bizi felsefenin temel sorunlarından birine yöneliyor: “insanı insan yapan nedir?”


Bu soruyu edebiyat alanında ilk tartışan roman sanırım İngiliz romancı Mary Shelley’in 1818 tarihli ünlü romanı: Frankenstein. Çoğumuz Frankestein’i canavar bir yaratık olarak tanıyoruz ama romanda “yaratığın” bir adı yoktur (Frankenstein, onu ihtiraslarının pençesinde yaratan doktorun adıdır) ve başlangıçta yaratık çok iyi kalpli bir insansı, olarak çevredeki köylülerle dostça ilişki kurmak ister. 2,5 metre boyundaki yeşil - sarı tenli bu yaratık, “öteki”, çok kötü karşılanınca giderek canavarlaşır. Yazar Mary Shelley’in de ilginç bir “öteki” olma öyküsü var. 19ncu yüzyıl başında İngiltere’de erkek egemen toplumda, yüksek eğitim kadınlara açık olmadığı için Mary kurumsal bir eğitim alamamış. Diğer yandan da bir yazar olan babası sayesinde çok iyi bir entelektüel olarak yetişmiş. Ünlü romantik şair Percy Bysshe Shelley ile evlenmiş, Lord Byron ile yakın dost olmuş. Kısacası Mary Shelley, edebiyat çevresi içinde çok yetenekli bir kadın olmanın sıkıntılarını derinden yaşamış bir yazar. Öyle ki Frankestein’in ilk basımına adını yazamamış; adını ancak üç yıl sonra, kitabın ikinci basımda görebiliyoruz.

 


“İnsanı insan yapanın ne oldğu” konusunda pek çok örnek bilim kurgu filmi ve romanı var. Örneğin “Bıçak Sırtı” (Blade Runner) filmini (özellikle çok etkileyici son sahnesini) ve “Klara ve Güneş” (Klara and the Sun) romanını önerebilirim.

 

 

 


Felsefenin diğer önemli soruları “Gerçek nedir?”; “Gerçeği bilebilir miyiz?” Hatta “Gerçeği öğrenmek ister miyiz?” bilim kurgu filmlerinde, örneğin, The Matrix filminde (1999) ele alınıyor. Sorgulamazsak, yaşadıklarımızı gerçekliğin tamamı sanabiliriz ve bu da, kuşkusuz, çok rahatlatıcı bir konum.

Bir yandan “insan”, bir yandan dışımızdaki “gerçek” çok ilginç ve düşündürücü konular. Ayrıca insanı durağan bir varlık olarak görmediğimiz zaman, durum daha da karmaşık hale geliyor. Tasavvuf terimlerini kullanarak “beşer” olarak doğup, “insan-ı kâmil” olma yönünde gelişmemiz, “tekamül” etmemiz, gerektiğini düşünebiliriz.

Bence, hem bu temel sorular üzerinde düşünmek, hem de gelişim yollarından biri olarak çok değerli.

Yunus Emre dizeleri ile bitireyim:

Hak cihana doludur

Kimseler Hakk'ı bilmez.

Onu sen senden iste

O senden ayrı olmaz.