8 Kasım 2019 Cuma

BABALAR VE OĞULLAR


İvan Sergeyeviç Turgenyev’in (1818 – 1883) Babalar ve Oğullar romanını gençlik yıllarımda okumuştum. O dönemde Dostoyevski’ye hayrandım ve itiraf etmeliyim ki roman beni pek de etkilememiş, okuduğum “büyük” Rus romanlarının biraz gölgesinde kalmıştı. ODTÜ Mezunlar Derneği Edebiyat Kulübü bu yıl inceleme programına alınca, bu kez 70 yaşımda, bir daha okudum ve ilk okumada gözardı ettiğim birçok şey buldum. İşte bu notta bulduklarımı paylaşmak istiyorum.

Bence Babalar ve Oğullar zıtlıklar ve dolayısıyla çelişki ve çatışmalar romanı. Romanın adının da yansıttığı gibi ilk planda vurgulanan çelişki kuşaklar arasında. Bu kapsamda önceki kuşak (Nikolay + Pavel + Vasili + Arişa) ile gençler (Arkadiy + Bazarov) arasındaki görüş ayrılıkları çok belirgin.
Ama roman biraz daha ilerleyince bir dizi ikili, Nikolay - Pavel, Arkadiy – Bazarov; Odintsova – Katya hatta iki uşak Pyotr – Prokovyiç arasındaki farklılıklar ve çelişkiler gelişiyor. Ayrıca bu çelişkiler kişilik farklılıklarına dayandıkları gibi toplumsal ve ideolojik gelişmelerden de kaynaklanıyor. Örneğin kuşaklar arasındaki çelişkiyi

  • ·         romantik, kırsal, aristokratik ve yurtsever gelenekçiler ile
  • ·         nihilist, kentsel, ayrım karşıtı ve kozmopolit yenilikçiler

arasındaki çelişki olarak da değerlendirebiliriz. Ayrıca roman ilerledikçe birkaç aylık bir dönem içinde karakterlerdeki değişim de çatışmalar doğuruyor. 

Özellikle kuşaklar asındaki çatışma tarih boyunca hep görülen bir olgu. Antik Mısır metinlerinde yaşlı kuşağın eski güzel günleri andığı nostaljik satırları bulabiliyoruz. İlyada destanında kuşaklar arasındaki ilişki, örneğin Kral Prianos’un Aşil ile yaptığı görüşme, birçok edebiyat incelemesine konu olabiliyor. Nasıl Emine Ayhan Shakespeare hakkında “onu güncel kılan şey, güncel olmamasıdır” diyorsa, bence bu ölümsüz konuyu XIX. Yüzyılın çalkantılı Rusyasında ele alan Turgenyev için de bu söylenebilir. 

Romanın 1862’da yayınlandığını göz önüne alırsak yukarıda belirttiğim gibi XIX. Yüzyılın Rusya için çok  çalkantılı yıllarla başladığını belirtmeliyiz:

  • ·         1801 Çar I. Pavel’in öldürülmesi
  • ·         1812 Napoleon’un Moskova önlerine kadar ilerlemesi;
  • ·         1814 Rus ordularının Paris’e kadar Napoleon’u kovalaması;
  • ·        1825 ve 1848 ayaklanmalarının tüm Avrupa’yı sarsması;
  • ·         1853 - 1856 Kırım Savaşında Rusların uğradığı büyük yenilgi;
  • ·         1862 Rusya' da serfliğin kaldırılması.

Turgenyev toplumsal reform yanlısı gerçekçi bir yazardı. St. Petersburg’daki üniversite yıllarının ardından ömrünün önemli bir kısmını Batı Avrupa’da geçiren; kısa süreli de olsa Rusya’da hapsedilen bir reformcu. Bu kapsamda bir yandan serflerin çektiği yoksulluğu diğer yandan Rus köylüsünün olumlu özelliklerini vurgulamış ve çok etkili olmuş. Öyle ki Çar II. Aleksandır’ın serfliği kaldırmasında Turgenyev’in Bir Sporcunun Kısa Hikâyeleri (1852) adlı yapıtının etkili olduğu söylenir. 

Babalar ve Oğullar romanında, Kirsanov ve Bazorov aileleri gibi, serflerine özgürlük vermiş, evlerinde birkaç kahya - uşak – hizmetçi kalmış küçük mülk sahibi orta sınıftan karakterleri ele aldığını görüyoruz. Sanırım yukarıda değindiğim bir dizi çelişki ve çatışmayı gölgede bırakmamak için, bu romanda sınıf çatışmalarını vurgulamamış.

Bu romanı ile Turgenyev’in ne ilericilere ne de gelenekçilere yaranamadığını da söylemeliyiz. Romandaki nihilist Bazarov’un zaman içinde değişip ümitsiz bir aşka kapılması, bilim uğruna yürüttüğü çalışmalar sonucunda tifüse yakalanması; buna karşılık ılımlı Arkadiy’nin çiftlikte mutlu bir yaşama kavuşması ilericilerin tepkisini çeken konular. Ama nihilizmin bir ideoloji olarak eleştirilmemesi, hatta olumlu boyutlarına yer verilip “yeni” Rusya’nın geleceğinde (ılımlı bir biçimde de olsa) kaçınılmaz olarak yer alacağının ipuçları da gelenekçilerin karşı olduğu konular.

Şimdi bu çalkantılı dönemde yazılan romandaki çelişki, çatışma ve dönüşümlere dönebiliriz.

Kuşaklar Arasındaki Çelişki

Yukarıda değindiğim gibi bu romanda vurgulanan temel çelişki geçler (Bazarov + Arkadiy) ile önceki kuşak (Nikolay + Pavel +  Vasili + Arina) arasında. Gençler temel olarak iyi niyetli bir arayış içinde: “Hayır diye içinden geçirdi Arkadiy, bu memleket zengin değil, ne bolluk ne de çalışkanlık söz konusu burada; olmaz, onu böyle bırakmak mümkün değil, köklü değişiklikler gerekli... fakat bu değişiklikleri nasıl yapmalı, işe nereden başlamalı?” (s. 21).

Bazarov, romanın büyük kısmında tipik bir nihilist. Bu akım Arkadiy tarafından şöyle tanıtılıyor: “’Bazarov neci mi?’ diyerek güldü Arkadiy. ‘İsterseniz, onun neci olduğunu size söyleyeyim amcacığım.’ ‘Lütfen sevgili yeğenim.’ ‘O bir nihilisttir.’ ‘Nasıl?’ diye sordu Nikolay Petroviç, Pavel Petroviç ise ucunda bir parça yağ olan bıçağı havaya kaldırdı ve öylece kaldı. ‘O, bir nihilisttir’ diye tekrarladı Arkadiy. ‘Bir nihilist’ dedi Nikolay Petroviç. ‘Anladığım kadarıyla Latince nihil, yani hiçbir şey sözcüğünden geliyor; öyleyse bu sözcük... hiçbir şeyi kabul etmeyen adam anlamına mı geliyor?’ ‘Hiçbir şeye saygı göstermeyen de’ diye atıldı Pavel Petroviç ve tekrar yağa uzandı. ‘Her şeye eleştirel bakış açısından bakan’ diye belirtti Arkadiy” (s. 37).

Bazarov, kurulu düzenin her boyutu, kurumu ve geleneği ile yıkılması gerektiğini savunuyor. Ancak her şey yıkıldıktan sonra yeni ve düzgün bir düzen kurulabileceğine inanıyor. Şimdiki görev yıkmak. Bu kapsamda sanatı gereksiz bir uğraş; aşkı ve evliliği yanıltıcı duygu ve kurum olarak görüyor. Gelişen Alman düşüncesi ve katı bir “bilimcilikten” yana. Romanda Bazarov’un Doğru düzgün bir kimyacı, herhangi bir şairden yirmi kat daha yararlıdır” “Asıl sanat para kazanmaktır, yoksa basurdan başka bir şey değildir!” gibi görüşlerini okuyoruz. Burada Turgenyev’in Berlin Üniversitesindeki deneyimini anımsayabiliriz. Ne de olsa bu yıllar Almanya’da akademik çevrelerde Bruno Bauer’in yerleşik  inançlara karşı mücadele ettiği, Max Stirner’in Hegelcileri “duman ve tozla uğraşanlar” olarak nitelediği dönemdi. 

Bazarov’un saçının uzun olması bile Pavel’in eleştirisine yol açar: “’Konuğumuz mu olacak?’ ... ‘Bu uzun saçlı mı?’” (s. 25).  Sürekli tütün içmeleri de ayrı bir eleştiri konusu. Hatta tütün içmek sembolik bir önem bile taşıyor. Romanın ilk sayfalarında baba – oğul Kirsanov’ların tatlı sohbetini Bazarov  piposu için kibrit isteyerek bozuyor (s. 23).
 
Gençler açısından ise kendilerini  önceki kuşaktan üstün gördükleri vurgulanabilir. Çok daha uyumlu Arkadiy bile kendini gelişmiş hisseder ve adeta babasını alt sınıftan bir kız (Feneçka) ile ilişkisi konusunda “affeder”: “(Arkadiy) kendisindeki gelişmişlik ve serbestlik bilincinin tadını çıkarıyordu.” (s. 19). Memleket konusunda da bağımsızlığını kazanmıştır: “(Nikolay Petroviç) ‘Sen burada doğdun, buradaki her şey sana özel görünmeli...’ ‘Hayır, babacığım, insan nerede doğarsa doğsun fark etmez.’ ‘Ama...’ ’Hayır, hiç fark etmez.’ Nikolay Petroviç, oğluna yan yan baktı  (s. 17). Bazarov ise çok daha keskindir: “ah şu yaşlı romantikler! Sinir sistemlerini öfkelenecek kerteye dek gererler... sonra da dengeleri bozulur” (s. 29). “İltifat mı edecektim bu taşra aristokratlarına! Hep gurur, aslanvari alışkanlıklar, gösteriş. Madem yapısı böyle, Petersburg’da kendi çöplüğünde ötmeye devam etseydi” (s. 45).

Önceki kuşak romanda belki de daha ayrıntılı biçimde, farklı kişiliklerle çiziliyor. Örneğin  Nikolay modernleşme yanlısı, ama sanatsever ve romantik. Viyolonsel çalıyor, Puşkin, Schiller ve Goethe okuyor. Hem ölen eski eşi hem de Feneçka ile ilişkisi sevgi dolu. Pavel aristokrat bir gelenekçi. Vasili yoksul bir emekli doktor ve Arina yufka yürekli dindar bir anne olarak karşımıza çıkıyor.

Arkadiy – Bazarov Çelişkisi:

Özellikle romanın ilk yarısında Arkadiy, adeta Bazarov’un çömezi. Bazarov’a hayran, nihilist olmaya çalışıyor. “Babacığım, lütfen onu sev. Onun dostluğuna ne derece değer verdiğimi sana anlatamam” (s. 15). Zamanla aralarındaki farklılıklar belirginleşiyor. Arkadiy daha yumuşak, müziksever, duygusal, anlayışlı ve insan sevebilen bir karakter. Önce Odintsova’ya hayran, ardından Katya’ya aşık. Kendindeki değişimin de farkında ve nedenini Katya olarak görüyor: “Gerçekten de ben pek çok bakımdan değiştim. Bunu siz, bu değişikliği özellikle borçlu olduğum siz” (s. 307).

Bazarov ise, özellikle romanın başında, düzeni yıkmak isteyen bir nihilist. Alt sınıftan olanlarla arası görünüşte iyi. Köylüler, çocuklar, uşaklar onu benimseyip kendilerinden buluyorlar (s. 76). Ama belki de bu aldatıcı bir görünümdü: “Bazarov, köylülerin gözünde yine de bir çeşit soytarıdan farklı olmadığını tahmin bile edemezdi” (s. 323). Arkasından köylüler “... Bilirsin, beyzade; o ne anlayacak ki?”derler (s. 322). 

Katya Arkadiy’i “evcil”, Bazarov’u ise “yabanıl” olarak niteler (s. 290). İkisi arasındaki farkı Madam Odintsova çok önceden fark ediyor. Odintsova’nın evine ilk geldikleri gün gerçek bir nihilistin sanattan hoşlanmayacağını düşünüyor, ama Arkadiy’i piyano dinlemeye gönderiyor (s. 149). Bu iki arkadaş arasındaki çatışma gerçekten de bu temel üzerinde gelişir. Kuşaklar arasındaki belirgin ayrım olarak beliren “romantik geçmiş” ile “realist güncel” arasındaki çelişki zamanla Arkadiy ve Bazarov’un arasını açar. Bazarov: “Bunların hepsi romantizm, saçmalık, küf, sanat. İyisi mi, böceğe bakalım” (s. 55) görüşünü savunur. Sevgi – duygusallık – güzellik ile nefret – öfke - yıkım konusundaki tartışmada Arkadiy Bazarov’un Puşkin’e  iftira” attığını söyler. Bazarov’un amcası ile atışması, babasını küçük görmesi Arkadiy’i rahatsız eden diğer konulardır. (Bazarov Babasının viyolonsel  çalmasına gülünce) “üstadına (Bazarov’a) karşı ne kadar büyük saygı duyarsa duysun Arkadiy’in yüzünde bir tebessüm bile yoktu” (s. 72). Bazarov Pavel’in “budala” olduğunu söyleyince Arkadiy ve Bazarov dövüşün eşiğine geliyor (s. 227 -228).

Bazarov’da da roman boyunca (birkaç ay içinde) önemli bir değişim gözlenir. Bekleneceği gibi katı bir nihilist olarak aşka karşı çıkar: “romantik anlamda aşkı saçmalık, affedilmez bir salaklık olarak adlandırır” (s. 160). Odintsova’ya  aşık olmaya başlayınca önce huzursuz olur: “Bazarov’da önceden hiç hissetmediği bir huzursuzluk ortaya çıkmaya başlamıştı: Çok kolay sinirleniyor, isteksiz isteksiz konuşuyor, öfkeli gözlerle bakıyor ve sanki altına bir şey batıyormuş gibi yerinde oturamıyordu” (s. 157). Ardından ümitsiz aşkını Odintsova’ya itiraf eder: “Öyleyse öğrenin, sizi seviyorum, aptalca, delice seviyorum... İşte istediğinizi elde ettiniz” (s.180). Hem de bu aşkın karşılıksız olduğunu bilir: “siz beni sevmiyorsunuz ve hiçbir zaman da sevmeyeceksiniz” (s. 185).

Romanın başında kendini çok güçlü hisseden ve hemen herkesi küçük gören Bazarov genel olarak yaşama ve Rusya’ya ilişkin görüşlerinden de kuşku duymaya başlar, ölüm döşeğinde mırıldanır: “Ben Rusya için gerekli miyim?.. Hayır, anlaşılıyor ki, değilim” (s. 341).

İnsanlara, sanata, doğaya sevgi ile bakabilmek veya bakamamak Arkadiy ile Bazarov arasındaki önemli ayrım. Bazarov, nihilizm hakında konuşur ve birçok davranışına da bu görüş yansır. Ama hem önceki evliliği hem de Bazarov’a karşı tutumu ile konusunda gerçek nihilist bence Madam Odintsova’dır. Karşılksız aşkta Pavel’in durumuna düşürerek Turgenev, Bazarov’u cezalandırır. Buna karşılık Arkadiy, Katya ile mutluluğa ulaşır.

Nikolay – Pavel Çelişkisi

Nikolay gençleri anlamaya çalışıyor. Oğlu ile St. Petersburg’da geçirdiği dönem, Oğlunun ve hatta Bazarov’un düşüncelerine saygı duyması, kendisinin de bir zamanlar önceki kuşağı küçük gördüğünü anımsayarak “İşte sıra şimdi bize geldi, çocuklarımız onların kuşağından olmadığımızı söyleyecekler bize ve biz bu acı ilacı yutacağız” diye düşünmesi bunu gösteriyor.  Öte  yandan Nikolay doğa, sanat ve aile sever kişiliğinden taviz vermiyor.

Pavel ise giyimi, davranışları ve düşünceleri ile tam bir aristokrat. Gençleri anlamaya hiç çalışmıyor. Turgenyev bu katı tutumu da cezalandırıyor. Düşmanı Bazarov karşısında mahcup edip adeta sürgüne gönderiyor.

Aristokrasi hiç kuşkusuz modern tanımlama ile bir sınıf. Ama Turgenyev bunun ötesinde aristokratik ideolojinin farklı sınıfları da içerebilen bir düşünce biçimi olduğuna işaret ediyor. Örneğin “Prokovyiç, (bir uşak olmasına rağmen) kendince Pavel Petroviç’ten geri kalmayan bir aristokrattı” (s. 76).

Edebi Üslup

Turgenyev çağdaşları ve kendinden sonra gelecek bir dizi büyük Rus romancısı gibi gerçekçi ve modernist bir yazar olarak nitelenir. Bu romanda da doğa, evler, odalar ayrıntıları ile betimlenmiş. Zaman akışı, karakterlerin konumları ve gelişmi gerçekçi bir biçimde işlenmiş.

Geleneksel XIX. Yüzyıl romanında yazarın biraz “didaktik” davrandığını, zaman – zaman anlatıyı kesip aydınlatıcı bazı bilgileri dolaysız biçimde verdiğini biliyoruz. Daha sonraki gerçekçiler bu tekniği kullanmadılar. Turgenyev bu romanda birkaç yerde okuyucuya dolaysız biçimde sesleniyor: “Ve Arkadiy, ona amcasının hikâyesini anlattı. Okuyucu bu hikâyeyi bir sonraki bölümde bulabilir” (s. 46).

Burada biter sanılır, değil mi? Ama belki de okurlarımızdan bazıları, ortaya çıkardığımız kişilerden her birinin şu anda, evet özellikle şu anda ne yaptığını öğrenmek isteyeceklerdir. Onların bu isteklerini yerine getirmeye hazırız” (s. 346).

Olgunlaşma Boyutu

Bazarov karakterinde roman boyunca geçekleşen değişimi yukarıda vurgulamıştım. Bu özelliği ile Babalar ve Oğullar bir olgunlaşma romanı (Bildungsroman - coming of age novel) sayılabilir mi bilmiyorum. Genellikle böyle nitelenen romanlarda karakterin değişimi gençlikten yetişkinliğe uzanan bir zaman içinde, nedenleri  ayrıntılandırılarak, bir gelişim süreci ile ele alınır. Babalar ve Oğullar’da hem süre yalnızca birkaç ay, hem de diğer karakterlerle ve fikirlerle çelişki ve çatışmalar  vurgulanıyor. Bazarov kadar keskin olmasa da Arkadiy de roman boyunca bir olgunlaşma sürecinden geçiyor. Bu nedenle romandaki Bazarov ve Arkadiy’nin durağan karakter (static character) değil devingen karakter (dynamic character) olduğu rahatça söylenebilir.

Kadınların gücü

Bu romanın bir özelliği de kadınların güçlülüğü. Birçok romantik yapıtta kadınların güzel, duygusal, biraz da zayıf yönlerinin ön planda olduğunu görürüz. Oysa gençlerin aniden ziyaretine gittikleri ve onları teklifsizce karşılayan “liberal” ve “feminist” Kukşina hiç de güzel ve düzenli değil. Tipik olmayan biçimde kimya ve biyoloji meraklısı. Odintsova’da da benzer bir merak vardır. Örneğin bitkilerin Latince isimlerini öğrenmek ister, iyi iskambil oynar ve “(erkekleri) şapşal, ağırkanlı, sıkıcı, uyuşuk ve güçsüz yaratıklar” olarak görür (s. 153).  Hiç de duygusal değildir, aşık olamaz:  Bir keresinde yurtdışındayken yüzünde bir şövalye ifadesi bulunan açık alnının altında gururlu mavi gözleriyle bakan genç ve yakışıklı bir adama rastlamıştı; bu adam onun üzerinde kuvvetli bir etki yapmış ama bu bile onun Rusya’ya geri dönmesine engel olamamıştı” (s. 153). Bazarov’a karşı da çok güçlüdür. Babalar ve Oğullar kuşkusuz bir “feminist” roman olarak nitelenemez ama hem kadın – erkek karakterler arasındaki hem de Odintsova ile Katya arasındaki farklılık romana ilginç bir boyut katıyor.

Romanda Doğa

Betimlemelerin ötesinde doğa bir yandan “çiçek” diğer yandan “kurbağa kesme” ile çelişkinin bir başka boyutunu gösteriyor. Anna, Katya ve Feneçka sürekli çiçek toplayıp düzenliyorlar. Karakterler bahçede dolaşıyor, doğa yürüyüşleri yapıyor, bataklığa gidiyor ve kameriyede oturuyorlar. Bazarov’un evden ayrılmasının hemen öncesinde annesi Bazarov’un odasına çiçek ısmarlıyor. Romanın en kritik bölümlerinden birinde, Bazorov’un Feneçka’yı öptüğü bölümde güller adeta baş rolde (s. 259).

Buna karşılık Bazarov’un kurbağa kesmesi adeta bilimin sevimsiz ve katı yüzünü sergiliyor.

Karakterler



Sonuç olarak Babalar ve Oğullar akıcı bir üslupla yazılmış olay örgüsü yoğun, hızlı okunabilen bir roman. Ama bence düşünerek ve çeşitli katmanları gözlenerek okunmalı. Başta da değindiğim gibi benim ikinci okuyuşumda öğrendiğim bu.

Rus İsimleri Üzerine Bir Not:

Bilmem size de romanlardaki Rus isimleri biraz uzun ve karışık gelir mi? Bu küçük açıklama notunu bu amaçla yazdım. Bir kere standart bir Rus ismi üç kelimeden oluşuyor.
·        İlk isim Arkadiy, Katerina gibi doğan çocuğa verilen özgün ad.
·     Orta isim (patronymic) baba adından kaynaklanıyor ve “... oğlu (... viç)” veya “... kızı (... vna)” biçimini alıyor. Örneğin romanımızda Nikolay ve Pavel’in babaları Petrov. Her ikisinin de orta ismi Petroviç; Genç Bazarov’un babasının ismi Vasili, bu nedenle orta ismi Vasiliyeviç; Anna ve Katerina’nın babalarının ismi Sergey. Bu ikisinin orta isimleri de Sergeyevna.
·        Üçüncü isim ise bizim soyadı kavramı gibi baba tarafından aileyi tanımlıyor. Kirsanov, Bazarov gibi.
Bizden farklı olan yönü ise bu her üç ismin de tek başına kullanılabilmesi. Örneğin romanda karakterler çoklukla Arkadiy (ilk isim), Prokovyiç (ikinci isim), Bazarov (üçüncü isim) diye anılıyor.
İşi daha da karıştırmak için samimi kullanımda Arkadiy – Arkaşa, Fedosya – Feneçka, Katerina – Katya, Yevgeni – Yenyuşka, Arina – Arişa, Natalya – Nataşa gibi kısaltılabiliyor. Bu da bizim Memo, Sülo, Fatoş gibi kısaltmalarımıza benziyor.

26 Ekim 2019 Cumartesi

KOZMOPOLİT



Bir önceki yazımda “elit” sözcüğüne, çağrışımlarına ve popülizmle ilişkisine değinmiştim. Şimdi de yine sorunlu bir sözcükten “kozmopolit cosmopolite” sözcüğünden yola çıkmak istiyorum. Nişanyan, bu  sözcüğün 2000 yıldır kullanıldığını ve Yunanca “evren” (kosmos) ve “vatandaş” (polites) sözcüklerinin birleşiminden oluştuğunu belirtiyor. Yani dünya –hatta evren- vatandaşı demek. Bir kent veya semt için kullanıldığı zaman “farklı etnik ve dini kimliklerden olan kişilerin birlikte yaşadıkları yer” anlamına geliyor. Ama ben sözcüğün temelinde olduğu gibi “birey” için kullanımını ele alacağın. Kozmopolit bir birey olmak için yabancı dil bilmek ve yabancı kişi ve kültürlerden çekinmeden onlara olumlu yaklaşmak gerekli. Bu sözcük de “gayrı milli”, “kökü dışarıda”, “Batıcı” gibi olumsuz kavramları çağrıştırıp eski dostumuz “elit” kavramı ile karşılaşıyor ve yine “kökü dışarıda elit” ile buluşuyoruz! 


Birçok durumda yabancı düşmanlığı (xenophobia)“alt” olduğu düşünülen kültürlere yöneliyor. Örneğin Avrupa’da Orta Doğulular ve Kuzey Afrikalılar, ABD’de Afrika ve Latin kökenliler hedefte. Ama bu düşmanlık her türlü yabancıya yönelebiliyor. Bir televizyon söyleşisinde Alev Alatlı “(günümüzde ve ülkemizde) umudunuzu besleyen şey nedir?” sorusuna “Okumamış olmamız. Eğer okumuş olsaydık kargadan başka kuş Shakespeare’den başka yazar tanımayacaktık, iyiki de okumadık. Çünkü 550 yıldır aynı yazarı okuyan bir Anglo-Sakson toplumu var. Yahu bir adam çıkaramadınız mı başka?” diyebiliyor.


Toplumların farklı toplumsal – siyasal görüşlerle bölünmeleri ve ötekini yadırgamaları yeni değil.  Sartre’ın dediği gibi “cehennem ötekidir –L’enfer c’est les autres!” (J. P. Sartre, “Çıkış Yok” oyunu). Günümüzde birçok ülkede on yıllardır gelişen ve aşırı sağcı – ırkçı bir yeni-popülizme  uzanan partileri, yabancı, sığınmacı ve göçmen düşmanlığını biliyoruz.


Popülist politikanın iki temel özelliği var:
  • Yürüttükleri politikanın “çürümüş egemenlere karşı halkın mücadelesi” olarak sunulması;
  • Kendilerinin halk iradesinin (popular wil) tek temsilcisi olduğunun iddia edilmesi.
Bu söylemin sürdürülmesi için gerçekler hiç önemli değil! Zaten gerçek ötesi (post truth) çağında yaşıyoruz. Kuşkusuz kozmopolitler “çürümüş egemenler” kapsamı içine giriyor!


Yıllardan beri çözülemeyen Brexit (Birleşik Krallığın Avrupa Birliğinden çıkması) sorunu dünyada gördüğümüz benzer birçok gelişme için öğetici bir örnek oluşturuyor. 2016’daki Halk oylamasında  Brexit taraftarları % 52 oy aldı. AB’den çıkış bir yana İrlanda – Kuzey İrlanda sınırının durumu ve İskoçyanın Birleşik Krallıktan ayrılma isteğinin depreşmesi ile durum giderek karmaşıklaştı. Parlamento hükumetin önerilerini onaylamadı. Süreç önce bakanları, ardından başbakanları yedi.


Brexit yönünde oy kullananların öne sürdüğü nedenler iki temel başlık altında toplanabilir: “Ulusal egemenliğin AB yönetimine teslim edilme kaygısı” ve “AB politikaları nedeniyle Birleşik Krallık topraklarına çok sayıda sığınmacı gelebileceği korkusu”.


Oysa AB içinde egemenlik açısından Birleşik Krallığın pek sorunu yoktu. Kendi Sterlini ile Euro bölgesinin dışındaydı. Öteden beri birçok konuda kıta Avrupasından farklı bir çizgi izleyebiliyordu. Ayrıca Birleşik Krallık üzerinde AB dışından gelen sığınmacıların oluşturduğu baskı da yok denecek kadar azdı. Bu konuda AB üyeleri arasında kontenjan pazarlıkları yapılıyor ve bizler özellikle Merkel’in Orta Doğu’dan Avrupa’ya gelebilecek sığınmacıları sınırlamak yönündeki çabalarının tanığıyız. 


Brexit oylama sonuçlarına coğrafi açıdan bakarsak, göçmenlerin İngiltere ve Gallerde büyük kentlerde yoğunlaştıklarını ve buralarda da seçmenin AB’de kalmak istediğini görüyoruz. Nüfus açısından bakarsak gençlerin ve daha yüksek eğitim düzeyine sahip olanların AB’de kalmak yönünde oy kullandıklarını görüyoruz.




Yani propaganda sloganları ile gerçekler uyuşmuyor. Ekonomik sıkıntılar, küçük kentlerde ve kırsal kesimdeki “ihmal edilmişlik” duygusu gibi gerçek sorunlar ise çok daha derinde.


Benzer bir çelişkili durum Almanya’da da var. Damien Stroka, Almanya’nın doğusunda aşırı sağın bütün renklerini  barındırdığına dikkat çekiyor. Oysa “resmi sayılara göre 2015’de Almanya’daki toplam 9,1 milyon yabancıdan yalnızca 467 000’i Doğu Almanya’da yaşıyor”.


Stroka başka veriler ile Almanya açısından sorunun ne olduğunu anlamamıza yardımcı oluyor. Örneğin Polonya sınırındaki “Frankfurt an der Oder kentinin nüfusu 25 yılda 87 000’den 58 000’e inmiş”. “Ülke genelinde işsizlik % 5,9 iken bu kentte % 10”. “Sığınmacı statüsündeki yabancılar 1 400 kişi (Kent nüfusunun yalnızca % 2’si)”.

Madalyonun diğer yüzünde ise “bu sığınmacılar neden evlerini, yurtlarını, sevdiklerini terk edip Avrupa’ya sığınmak uğuruna ölümü göze alıyor?” sorusu var. İlk akla gelen yanıtlar Orta Doğu, Afganistan ve Uzak Doğu için bitmeyen savaşlar;  Afrika ve Orta Amerika için olağanüstü kuraklığın neden olduğu yoksulluk.


Pekiyi, insanların dayanışması, ulusların bir uzlaşma içinde yaşaması için yapabileceğimiz hiçbir şey yok mu? Öneriler aslında yukarıdaki örneklerden dolaysız biçimde çıkıyor:
  • Ötekini anlamaya çalışmak ilk adım. Günümüzde belki de insan türünü –ortak yaşadığımız birçok türle birlikte- yok oluşa sürükleyecek gelişmeler yaşıyoruz. Çok geniş irdelenmesi gereken bu konu yazımızın kapsamını çok aşıyor. Ama hiç olmazsa “başka” kültürlerden gelen insanların sorunlarını anlamaya çalışmalıyız.
  • Yaygın bilgilendirme kampanyaları ile doğru bilgi yayılmalı. Bu konunun gerçek ötesi (post truth) ve sahte bilgi (fake news) çağında, politik liderlerin gerçeği çarpıtmaktan, hatta açıkça yalan söylemekten hiç çekinmedikleri günümüzde çok zor olduğunu biliyorum. Diğer yandan gerçeğe ulaşmak için de önemli olanaklarımız var. İnternet bu konuda büyük olanaklar sağlıyor. Yabancı dillerdeki pek çok doğrulama olanağı yanında ülkemizde de Teyit, Yalansavar, Akıl var – Mantık var gibi web siteleri var.
  • Bölgeler arasındaki kültürel ilişkiler geliştirilmeli. Yabancılara en hoşgörülü bölgeler, büyük kıyı kentleri, uluslararası ticaret, ulaşım ve turizme açık olan; gençlerin ve üniversite öğrencilerinin yoğun olduğu bölgeler. Daha yalıtılmış bölgelerde ise yabancı kültürlerin yadırgandığını görüyoruz. Bu yalıtımın önlenmesi, farklı bölgeler arasındaki ilişkilerin artırılması, turizmin geliştirilmesi, paylaşım ve katılım kültürünün desteklenmesi, internetin yaygınlaştırılması önemli.
  • Ekonomik olanaklar farklı bölge ve kesimlere yayılmalı. Ekonomik açıdan sorunlu olan, işsizliğin yaygın olduğu bölgelerde yabancı düşmanlığı daha çok görülüyor. Gelir dağılımının bölgeler ve toplum kesimleri arasında dengeli dağılımı sağlanmalı, özellikle işsizliğin belirli bölgelerde yoğunlaşması önlenmeli.
  • Liderler ve medya kapsayıcı bir dil kullanmaya dikkat etmeli. Yukarıda değinildiği gibi popülist politikalara, ayrımcı söylemlere ve kısa vadeli politik kazançlara karşı çıkıp ülkemizin ve dünyanın uzun vadeli yararlarını  öne çıkartmalıyız.


Hem bunlara birçok yeni öneri eklenebileceğini, hem de kapsamlarının genişletilebileceğini biliyorum. Ayrıca bu gibi önerileri yapmanın çok kolay, oysa gerçekleştirmenin çok zor olduğunu da biliyorum. Ama bazı ilkelerle başlamalıyız değil mi?