25 Mayıs 2014 Pazar

MODERN – POSTMODERN – MODERNİZM - POSTMODERNİZM


Sanırım yurdumuzda çağdaş uygarlık trenini neden yakalayamadığımızı sorgulayan veya bu treni yakalamaya çalışan pek çok aydın Batı toplumlarının son birkaç yüzyıl içindeki kültürel gelişimini inceler. Blogum içinde bu konuyu çeşitli boyutlarıyla ele alıyor, düşünür ve sanatçıların yapıtlarını irdelemeğe çalışıyorum. Bu kapsamda 19. Yüzyıl ve modern dönem Batı’ın “üstünlüğünü” açıkça ilan ettiği, dünya üzerinde egemenliğini oluşturduğu yıllar. Bu toplumsal dönemin kültürel boyutunu birkaç açıdan ele almak için bloğumda ayrı etiketle özel bir bölüm açmamın temel nedeni bu. Ayrıca bu bölümün oluşmasında Coursera eğitim programları kapsamında Wesleyan Üniversitesinden Profesör Michel S. Roth’un derslerinden geniş ölçüde yararlandığımı özellikle belirtmek isterim.

Blogumda Rousseau’da Marx’a bazı düşünürlerin, Charles Baudelaire’den Virginia Woolf’a bazı edebiyatçıların, Delacroix’dan Manet’ye birkaç ressamın yapıtlarına değinmek istiyorum. 19. Yüzyıl toplumunda büyük çalkantılara yol açan çalışmalar arasında Charles Darwin ve Sigmund Freud’u da anmalı ve onlara da birer sayfa ayırmalıyım. Dil üzerindeki çalışmaların günümüzde adeta bir saplantı düzeyine geldiğini görüyoruz. Demek ki Yapısalcılık (structuralisme) üzerine biraz düşünmeliyiz. Yüzyılımızda edebiyat dünyasını geniş biçimde etkileyen Varoluşçuluğu (existentialisme) da ihmal edemeyiz. Kısacası sonsuzluğa uzanan bir düşünce ve sanat dünyası önümüze açılıyor.
Birkaç yazı ile başlayıp zaman içinde gelişecek bölümde, Modern-Postmodern etiketi ile bu konudaki düşüncelerimi paylaşmak istiyorum. Diğer yandan konunun genişliği de ürkütücü! Ama bu sayfaları bir çekirdekten başlayıp zaman içinde eklemelerle büyüyecek sayfalar olarak düşünüyorum. Korkarım ki hep eksik kalacak, hiçbir zaman bitmeyecek bir proje.
Kaynaklar “modern” sözcüğünün önce Pagan kültür karşısında Hristiyan dönemi belirtmek için Latince “tam şimdi” anlamındaki “Modo-Modernus” kökünden üretildiğini belirtiyor. Daha sonra Antik Yunan-Roma kültürünü aşan kültürel dönem anlamında kullanılmış. En ünlü kullanımlardan biri mimari alanında. 1127’de Paris’te St. Dennis Manastırını Yunan, Roma, Romanesk gibi bilinen stillerle değil yepyeni bir bakışla yenilemeyi planlayan Başrahip (abbé) ve mimar Suger, yaptığı işi opus modernus olarak niteler. (Bu çalışma sonrada Gotik olarak anılacak mimari akıma yol açtı.)

“Modernizm” ve “postmodernizm” terimleri ise daha çok bu dönemlerin sanat-edebiyat akımları olarak öne çıkıyor. Bu yazı ile ana çerçeveyi çizmeyi amaçlıyorum. Ardından gelecek bir dizi (korkarım ki sonsuz bir dizi) ile modern topumun düşünce yaşamını ve çeşitli düşüncelerin sanata yansımalarını ele almak istiyorum.

MODERNLİK- MODERNİZM

“Modernlik” (modernity) toplumbilimsel bir terim olarak karşımıza çıkıyor. Günümüzde geçerli olan bir tanımı kullanırsak kısaca sanayileşme ile toplumun aldığı yapı diyebiliriz. Bu dönemde feodal düzen çözülmüş, kapitalist gelişme hızlanmış, tarım ve kırsal kesimlerin önemi azalırken kentleşme artmış; kentsoylu ve işçi sınıfları güçlenmeye başlamış; aristokrasi zayıflamıştır. Kısacası bugünkü ekonomik-sınıfsal-politik toplum yapısı ana hatlarıyla şekillenmiştir.

Toplumbilimciler 16-17-18. Yüzyıllarda Avrupa toplumunun yapısının giderek değiştiğine dikkat çekerler ve modernliğin ilk adımlarının bu dönemde atıldığını belirtirler.  Toplumun kabuk değiştirmesi olarak ele alındığında Antik Yunan düşüncesinin toplum-siyaset nasıl olmalı?” sorusuna değil de “toplum ve siyaset nasıl?” sorusu gündeme gelir (Maciavelli, Prens, 1513).
Bu anlamda “modern” toplumun tam olarak şekillenmesini ise özellikle 19. Yüzyılda görüyoruz:

  • ·         Toplumun zaman içinde insan tarafından değiştiği gözlenir.
  • ·         Laik yapılarla yönetim tanrısal buyruklardan ayrışır;
  • ·         Bilimin yol göstericiliği yeni umutlar doğurur;
  • ·         Ulus-devletler kurulur;
  • ·         Kitleler yönetimde sesini duyurur, politik gruplaşmalar, siyasal partiler oluşturulur;
  • ·         Özellikle sanayi üretimi ve pazar ekonomisi için karmaşık ekonomik yapılar kurulur.


“Modernlik” (modernity) teriminin daha çok bir toplumbilim terimi olarak kullanılmasına karşılık “modernizm” (modernism, modernisme) 19. Yüzyıl sonları ve 20. Yüzyıl başlarında görülen bir sanat akımı olarak karşımıza çıkıyor. Her halde bu akımın sloganı Ezra Pound’un “ Yeni yap” (make it new) (1934) sözü ile özetlenebilir. Romanda bilinç akışı, müzikte 12 ton sistemi, resimde soyut resim modernizmin en temel unsurları. Andığım bu belirgin unsurlar kuşkusuz birer form ve bu formların arkasında insanın kendi bilincine verdiği önem yatıyor. Bu nedenle eski formların yeniden ele alındığını, yeniden şekillendirildiğini, özetlenip indirgendiğini, birleştirildiğini ve zaman zaman da saçma ve gülünç yanları ile dalga geçildiğini görüyoruz. Modernizm eski yapıların birçoğu ile savaşırsa da herhalde en çok uğraştığı akımlar daha eski dönemlerden kalan Romantizm ve Gerçekçiliktir. 

Modernizm terimi konusunda belirtilmesi gereken önemli bir nokta da bütün “modernistlerin” aynı çizgide olmadığı ve bu kavramın bir şemsiye kavram olarak birçok akımı kapsadığıdır. Resimden birkaç örnek sıralarsak izlenimcilik (impressionnisme), dışavurumculuk (expressionnisme), kübizm (cubisme), Dadaizm (dadaisme), fütürizm (futurisme), soyut sanat (art abstrait), gerçeküstücülüğü (surréalisme) anabilirim.

Modernizmi daha iyi anlamak için 19. Yüzyıl Avrupa’sında toplum ve edebiyatının temel gelişmelerini sıralayalım:

Bu yüzyılda Fransa’da toplum ve politik yaşamın çok dinamik olduğunu görüyoruz:

  • ·         Napolyon Dönemi (Konsüllük 1799-1804; İmparatorluk 1804-1814)
  • ·         Restorasyon (XVIII. Luis, X. Charles, Philip d’Orleans) 1814-1848
  • ·         İkinci Cumhuriyet (1848-1852)
  • ·         İkinci İmparatorluk (III. Napolyon (1852-1871)
  • ·         Üçüncü Cumhuriyet (1871-1940)


·        Paris sokakları 1830 ve 1848 devrimleri ile 1870 komünüyle sarsıldı.
Bu dinamizm edebiyat alanına da yansıdı ve bazen bir arada gelişen bazen de birbiri ardına dizilen birçok akım şekillendi: Romantizm (Chateaubriand, Victor Hugo, Alexandre Dumas, Lamartin); Realizm (Stendahl, Balzac, Flaubert); Natüralizm (Zola, Maupassant); Sembolizm (Baudelaire, Mallarmé, Rimbaud).
Buna karşılık İngiltere 19. Yüzyılda çok daha istikrarlı bir dönem geçirdi.  Ne de olsa çalkantılı dönemlerini daha önce atlatmıştı. İç savaşta (1642-1651) Parlamenterler Kralcıları yenmiş, 1649’da Kral (I. Charles) idam edilmişti. Ardından yeniden yapılanma (restoration) döneminde Krallık yeniden kurulmuş (II Charles 1660), 1688’de Görkemli Devrim (Glorious Revolution) ile Kral (James II) parlamenterler tarafından tahttan indirilmişti. Krallık yeniden ama bu kez çok farklı koşullarda kuruldu (1689 William III ve Mary). 1700’lerde İskoçya ile birleşen İngiltere ve Galler, 1800’lerin başında İrlanda ile de birleşerek Britanya İmparatorluğunu oluşturmuştu. Bütün bu çalkantıların ardından Birleşik Krallık, 19. Yüzyılda “üzerinde güneş batmayan büyük emperyalist imparatorluk” haline gelip 39 yıllık (1837-1876) Kraliçe Victoria döneminde güç ve istikrar simgesi olmuştur.  19. Yüzyıl İngiliz edebiyatına bakarsak “Romantik” ve “Victoria Dönemlerinin” belirgin olduğunu görürüz. Romantizmin önde gelen temsilcileri olarak Robert Burns, Byron, Shelley, Walter Scott, Jane Austen ve William Wordsworth; Victoria Döneminin temsilcileri olarak ise Charles Dickens, Bronte Kardeşler, Anthony Trollope öne çıkar.

Almanya’da Napolyon’la savaşların ve Prusya’nın Alman birliğini kurma çalışmalarının paralelinde Goethe ve Schiller gibi “Weimar Klasikleri” ile Hoffmann ve Hölderlin gibi “Romantiklerin” etkinliğini görüyoruz.

Rusya pek de “Batı” ve “Avrupa” sayılmaz. Ama Rusya’nın 19. Yüzyılda özellikle edebiyatta Altın Dönem olarak nitelenen yılları yaşadığını ve yetiştirdiği Puşkin, Lermontov, Gogol, Turgenev, Dostoyevski, Tolstoy, Çehov gibi yazarların Batı edebiyatını derinden etkilediğini belirtmeliyim.

Biz “Doğulular” açısından 19. Yüzyılda önemle değerlendirilmesi gereken bir kültür-sanat akımının kısaca Batılının Doğu’ya bakış açısı olarak tanımlanabilecek oryantalizm (şarkiyatçılık) olduğuna inanıyorum. Bu konuya da bir sayfa ayırmam zorunlu.

Tıpkı modern dönem içinde modernliği eleştiren düşünce biçimleri oluştuğu gibi modern dönemde bir sanat akımı olarak gelişen modernizme –veya daha doğru bir deyimle modernizm kapsamında değerlendirilen akımlara- karşı da önemli eleştiriler yöneldi.  Temel olarak modernizmin getirdiği bireyci bakış açısının toplumu, toplumsal sorunları göz ardı ettiği ve geniş kitlelerin sanat ile olan bağlantısını kestiği vurgulandı. Modernizm bu kapsamda Stalin’den Hitler’e uzanan bir çizgide eleştirildi. Yukarıda modernizmin gerçekçiliğe karşı görüşler geliştirdiğine değinmiştim. Modernizme karşıt görüşler de özellikle “sosyalist gerçekçilik” akımının gelişmesine yol açtı.

POSTMODERN-POSTMODERNİZM


Kuşkusuz modern dönemde toplum çok büyük bir dönüşüm geçirirken birçok sakıncalı gelişme gözlenmiş ve bu olumsuzluklar düşünce ve sanat dünyasına yansımıştır. Eleştirel bakışların birçoğu yaşadıkları dönemin olumsuzluklarını vurgulayan; ama yine de “modern” dönem içinde kalan yapıtlar olarak nitelenebilir.

Modern dönemin günümüzde de ana hatlarıyla devam ettiğini söyleyenler olduğu gibi bu dönemin sona erdiğini ve artık bir “postmodern” dönemde olduğumuzu belirtenler de vardır. Postmodern dönemi yaşadığımızı savunanlar arasında da postmodern dönemin ne zaman başladığı konusunda farklı görüşler öne çıkıyor:

  • ·       Dünya Savaşlarının düzeni alt-üst etmesiyle 20. Yüzyıl başında başladığını;
  • ·       İkinci Dünya Savaşının bitimi ile Soğuk Savaş yıllarında başladığını veya
  • ·       1990’larda sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçişle başladığını öne sürenler var.


Edebiyat ve sanat alanında da postmodernizmin ne zaman başladığı tartışmalı bir konudur. Ayrıca modern, güncel tam şimdi demekse “postmodern” ne demektir diye düşünülebilir. Örneğin postmodernizmin öncülerinden Jean-François Lyotard şöyle yazıyor:

Nedir öyleyse postmodern? Kuşkusuz, modernin bir parçasıdır. Bütün kazanımlardan şüphe edilmesi kaçınılmazdır; yeter ki düne ait olsun… Bir yapının modern olması için önce postmodern olabilmesi gerek. Böyle anlaşılan postmodernizm, sonuna gelmiş modernizm değil, oluşum durumundaki modernizmdir ve bu durum süreklidir” (Lyotard, Postmodern Durum, 1979).

Bu anlamda postmodernizm, modernizmin daha ileri sınırlara doğru sürülmesidir. Yukarıda modernizmin Gerçekçiliğe karşı çok eleştirel bir tutum sergilediğini belirtmiştim. Fransız toplumbilimci Jean Baudrilliard’da bu karşıtlığın ileri sınırlara sürülmesi sürecinin aşamalarını görüyoruz: “1) Sanat gerçekliğe bütünüyle nüfuz eder. 2) Temel gerçeklik maskelenir ve saptırılır. 3) Temel gerçekliğin yokluğuna işaret edilir. 4) Herhangi bir gerçeklikle hiçbir ilişki kalmaz, sanat artık kendi saf benzetisinden ibarettir.”

Postmodernizmin temelinde şu üç unsur belirgindir:

  • ·       Sanat eserinin Yeniden Üretilebilirliği (reproduction) (fotoğraf, afiş, litografi gibi teknikler);
  • ·       Eserin Tüketici Ruhu (customer aura) ile iç içe geliştirilmesi ve
  • ·       Sanat eseri ticareti ve halkla ilişki çalışmalarıyla sanat eserinin Meşrulaştırılması (legitimation).


Farklı sanat dalları için postmodernizmin farklı dönemlerde başladığı belirtilebilir. Müzik açısında 1920’lerde; edebiyat açısından İkinci Dünya Savaşının başlamasıyla, 1930’ların sonunda;  görsel sanatlarda fotoğraf-sinemanın öne çıkması ile postmodernizme geçildiği söylenir.  Ayrıca farklı sanat dallarında postmodern olarak niteleyebileceğimiz gelişmelerin farklı yoğunlukta olduğunu da belirtmeliyiz. Örneğin görsel sanatlar, özellikle resim-heykel alanında kurallar yıkılırken hiçbir ilkenin kalmadığını görüyoruz.  Yerleştirme sanatının (installation art) kurucusu olarak nitelenen Kurt Schwitters’e atfedilen “sanatçının tükürdüğü her şey sanattır” sözü zaman içinde doğrulandı. Jacson Pollock’un rasgele oluşturduğu lekeler veya sergi salonlarındaki boş resim çerçeveleri ve pisuarlar çok yüksek fiyatlara satılabildi. Modernizm-postmodernizm konusundaki bu kuramsal tartışmalardansa modern mimariden Schindler ve postmodern mimariden Gehry'den birer örnek versem çok daha iyi olacak:


İster postmodernizmi modernizmin içinde düşünelim, ister modernizmin ardından gelen bir aşama olarak değerlendirelim Batı toplumunu ve kültürünü anlamak için bu oluşumları incelenmesinin önemli bir anahtar olduğuna inanıyor ve Blogumda “Modernizm-Postmodernizm” etiketi altında bir şeyler biriktirmeği amaçlıyorum.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder