24 Kasım 2012 Cumartesi

XV. ve XVI. YÜZYILLARDA İBER DENİZCİLİĞİ - 2



Yazımın ikinci bölümüne, önemce gemi yapımından hiç de geri kalmayan gemicilik teknolojileri ile başlayacağım.

HARİTACILIK VE SEYİR TEKNOLOJİLERİ

Kuşkusuz denizcilikteki gelişmelerin bir ayağı tekne yapım teknolojisi ise diğeri de astronomi, haritacılık, zaman ölçümü gibi bilim ve teknolojilerdir. 

XV ve XVI. Yüzyıllar astronomi açısından çığır açan buluşların yapıldığı dönem oldu.  1470 – 1570 yılları arasında doğan Nicolaus Copernicus (1473­ – 1543), Tycho Brahe (1546 – 1601), Giordano Bruno (1548 – 1600), Galileo Galilei (1564 – 1642), Johann Kepler (1571 – 1630) bugün anladığımız anlamda astronomi biliminin öncüleri olarak Aristoteles ve Hıristiyan bağnazlığının 18 asır süren egemenliğine son verdiler. 
Yıldız gözlemi açısından iki önemi gelişmeyi vurgulamalıyız:

  • Antik çağlardaki gökyüzü incelemelerini bir yana bırakırsak, ilk özel “gözlemevinin”  Orta Asya’da kurulduğu söylenebilir.  Uluğ Bey Semerkant’ta 1428’de bir gözlemevi kurmuş ve 1000’e yakın yıldızı gösteren bir gök haritası çizmişti.  Ama bu yapıt ancak 1665’te Latinceye çevrildi oysa bu çağda artık teleskopla gözlem yapılıyordu ve Uluğbey haritası yararlı değildi.
  • Tycho Brahe Danimarka’da 1580’de (bazı kaynaklarda 1576) Avrupa’daki ilk gözlemevini kurdu ve çıplak gözle yapılan en hassas (hata payı 2 yay derecesi olan) gözlemler yaptı.  Bu gözlemevinin en önemli katkısı toplanan verilerin Kepler tarafından değerlendirilmesi ve bilim dünyasında yukarda değindiğimiz yeni dönemin açılması oldu.

Gökyüzü gözleminde çığır açan teleskoplar için XVII. Yüzyılın başlarını beklememiz gerekecek.
İlk ve Ortaçağ’da denizciler özellikle Akdeniz’de kıyıyı izleyerek ve karadaki yeryüzü şekillerden kerteriz alarak yollarını buluyordu.  Kıyı ve limanlarını gösteren potolan tipi haritalar XII. Yüzyıldan bu yana yaygın biçimde kullanılıyordu[1].  Yıldızlara göre yön bulma da çok eski çağlardan gelen bir gelenekti.  Bu konuda da Akdenizli gemiciler oldukça şanslıydı.  Yaz geceleri bulutsuzdu ve yıldız konumları hakkında büyük bir bilgi birikimi vardı. 

Okyanuslara açılan gemilerin ise sahili gözlemeleri olanaksızdı.  Sisli ve bulutlu bir gökyüzü yıldız gözlemini zorlaştırıyordu.  Üstelik Güney Yarımküre’den görünen gökyüzünün bilinmemesi de önemli bir sorun oluşturuyordu.  Gemiler güneye indikçe bildik gökyüzü görüntüsünün ufkun ardında kaybolması ve tanımadıkları yıldızların gökyüzünde belirmesi denizcilerin güvenini sarsıyordu. 
Kutup yıldızının Akdeniz’de zenite (başucu noktası) yakın olmaması da enlem tahminindeki hatayı azaltıyordu.  Akdeniz – Hint Okyanusu – Basra körfezi gibi enlemlerde kolu uzatıp yumruk – parmak gibi ölçülerle bulunulan enlemi tahmin etmek olanaklıydı.  Oysa kutup yıldızının çok daha “yukarda” göründüğü kuzeyde ölçüm zorlaşıyor ve yanılma payı artıyordu.

Sahilden ayrıldıktan sonra yine yola çıktığı noktaya dönmek isteyen bir gemici için ilk akla gelen uygulama geminin hızını, yönünü ve seyir süresini ölçerek konumunu belirlemek ve bu bilgileri uygun biçimde kullanmaktı (Parakete* Seyri - Deduced veya Dead Recogning - DR yöntemi).  Kısa yolculuklar ve kuvvetli akıntıların ve gel git olaylarının olmadığı Akdeniz için Parakete Seyri oldukça iyi sonuç veriyordu; ama uzun seyirler için dünyanın yuvarlaklığı işleri karıştırmaya başlıyor ve geminin yerküre üzerinde enlem ve boylam olarak konumun belirlenmesi gerekiyordu.
Martino Cortez 1551’de”Breve Compendio de la Sfera y de la Arte de Navagor” adlı yapıtında “Ekvator çizgisi üzerinde iki nokta arası 60 league[2] ise, 60 paraleli üzerinde uzaklık yalnızca 30 league olur” diyerek bu zorluğu belirtir[3].  Dolayısıyla yerkürenin küreselliği kabul edildikten sonra, harita yapımcılarını en çok uğraştıran konu bu küre üzerindeki şekilleri denizcilerin işine yarayacak biçimde düzlem bir kâğıda aktarmak oldu.  Hollandalı Gemma Frisius geometrik dikdörtgeni tanjant ve kotanjantların okunabileceği biçimde düzlem üzerinde çizdi.  Öğrencisi Gerard Kremer (daha çok bilinen Latince adıyla Mercator) da 1554’te o güne dek görülmemiş güzellikte bir Avrupa haritası hazırladı.  1569’da da Mercator tipi harita diye bildiğimiz silindirik izdüşüm yöntemini kullandı.  Günümüzde belki de kuzey enlemlerini bu derece büyüten bu abartılı yöntemin ne işe yaradığını çoğumuz bilmeyiz.  Oysa Mercator’un çözdüğü konu açıların korunmasıydı.  Yani A noktasından B noktasına gitmek isteyen denizci harita üzerinde ölçtüğü kuzey açısı ile seyrederse yerküre üzerinde de A noktasından B noktasına gidebiliyordu.

Keşifler çağında yerkürenin yuvarlak olduğu biliniyor ve çapı üzerine yapılan doğru hesaplamalar yüzyıllar öncesine uzanıyordu.  Ama Toscanelli ve Kolomb yerkürenin çapını % 20’den büyük bir hata ile hesapladıklarına, yolculuğun uzunluğu konusunda % 45 yanıldıklarına göre çap konusunda bazı tereddütler olduğunu söyleyebiliriz[4].

Haritacıların yanında çağın matematikçileri de konunun trigonometri yönünde uzun süredir çalışıyorlardı.  XV. Yüzyılda Regiomontanus her derece için açıların sinüs tablosunu 6 basamaklı olarak hazırlamıştı.  Kopernik’in öğrencisi Rheticuys bunu XVI. Yüzyılda 15 basamağa çıkarttı.  Ama özellikle XVII. Yüzyıldan başlayarak bu konudaki öncülüğü İngiliz’lerin aldığını belirtmeliyiz.
Bulunduğumuz enlemi ölçmek sorunu “bilinen bir gök cisminin ufuk çizgisi ile yaptığı açıyı ölçmek” olarak tanımlanınca bir dizi yöntem daha geliştirildi.  Örneğin Kolomb XV. Yüzyıl sonlarında dairenin dörtte birinde ölçüm yapan bir Kadran (Çeyrek – Quadrant) kullanıyordu. 

Bu tür bir cihazı doğru kullanmak hiç de kolay bir iş değildi.  Usta denizci Kolomb’un yolculuklarından bunun zorluğu konusunda bir fikir edinebiliriz:

İlk Amerika yolculuğunda Kolomb, DR yöntemleri ile Atlas okyanusunu aştı ve günümüzde Küba adasının Puerto de Mares limanında 30 Ekim ve 2 Kasım 1492’de enlemi 420 kuzey olarak ölçtü.  Oysa doğru enlem 200 idi.  Haiti’de de 13 Aralık’ta kadran ile kutup yıldızını ölçmeğe çalıştı ve 190 yerine 340 buldu.  Son olarak 3 Şubat 1493’de seyir sırasında ölçme yapmaya çalıştı.  Ama dalgalı denizde durum daha da ümitsizdi. 
Kolomb üçüncü yolculuğunda 1498’de Kanarya adalarından sonra güneye, Cape Verde adalarına indi.  Kutup yıldızının yüksekliğinin 5 – 150 arasında değiştiğini ölçtü.   Gerçekte ise kutup yıldızı 1498’de gökyüzü kuzey noktasından 3,560 kaymıştı ve değişim 100 değil 70 olmalıydı. 

Kuşkusuz bu yanlış ölçümler, çizdiği haritalara da yansıdı.  Kolomb, Venezulla ile Trinidat arasındaki iki boğaza Boca del Sierpe (Yılan Ağzı) ve Boca del Drago (Ejderha Ağzı) adlarını vermişti.  Bunların arasındaki uzaklığı da gökyüzü gözlemlerine dayanan ölçümlerle belirlemişti.  İspanya kralına yazdığı mektupta, uzaklığı 28 leage ve ölçüm sonuçlarını 50 ve 70 olarak iletti.  Oysa gerçek değerler 12,80 ve 13,50 olmalıydı.
Kolomb’un dördüncü yolculuğu hakkında çok fazla kayıt yok.  Ama Jamaika’nın kuzey sahiline demirlediğinde enlemi 190 olarak ölçtüğünü biliyoruz.  Bu değer yalnızca 10 hatalıdır ve Kolomb’un daha iyi bir cihaz aldığı veya ölçüm yapmayı öğrendiği sonucuna varabiliriz.
Daha hassas açı ölçümleri için güneş ışınlarının geldiği açıyı ölçen “astrolob”lar geliştirildi.  Bu tür yöntemlerde bir yandan ufuk çizgisini, diğer yandan ise ölçülecek yıldızı gözlemek gerekiyor ve bu da özellikle dalgalı bir deniz üzerinde ölçüm yapmaya çalışan denizcilerin işini zorlaştırıyordu.  Kuzey-batı geçidini bulmak için görevlendirilen kaptan John Davis, tek noktadan bakış sağlayan Davis Çeyreği veya Arka Çubuk (Davis Quadrant – Back Staff) adı ile anılan aleti geliştirdi.  Davis’in 1595’de yazdığı Denizcinin Sırları (Seaman’s Secrets) adlı kitapta anlatılan bu aygıt güneşin gölgesinin ve ufuk çizgisinin aynı anda gözlenmesini sağlıyordu.  Bu önemli aygıt 150 yıl kadar kullanıldı.

Enlem konusunun gelişen teknoloji ile giderek daha hassas biçimde çözülmesine karşın boylamı belirlemek büyük bir teknik sorun olarak uzun zaman gündemde kaldı.  Boylam için yıldız konumları yanında zaman ölçümü, hem takvim hem de saat dakika boyutlarıyla çözülmeliydi.   Roma döneminden beri kullanılan Jullian takvimi yılda 11 dakika 14 saniyelik bir hata içeriyordu ve 1545’e gelindiğinde 10 günlük bir hata birikmişti[5].  Zamanın saat – dakika – saniye boyutunda ölçümü açısından Galileo’nun sarkaç davranışını formüle etmesi (1582) en temel bilimsel buluş oldu ama bu da keşifler çağında denizcilerin işine yaramadı[6].  Boylam sorununun bu iki boyutuyla tam olarak çözülmesi için XVII. Yüzyılın beklenmesi gerekecektir[7].

Pusula kullanımının oldukça eskilere giden bir geçmişi vardır.  XII. Yüzyıldan beri Çinli ve Avrupalı denizciler doğal mıknatısın kuzeyi gösterdiğini biliyor ve mıknatıs taşlarını tahta çubuklara yapıştırıp bir çanak su üzerinde yüzdürüp ilkel pusulalar yapıyordu.  Zaman içinde döner eksenler üzerinde hareket eden paralelkenar biçimli pusula iğneleri ve döner diskli pusula gülleri geliştirildi.  1537’de hareket edebilir eksenlere (gimbal) asılı pusula çanaklarından söz eden kaynaklar görüyoruz.  Portekizli Pedro Reinel’in çizdiği, 32 yönü gösteren ve “kuzey yönü için bir zambak (fleur de lis)” ve “doğu yönü için Kudüs’ü simgeleyen haç” çizilmiş rüzgârgülü, bu konudaki ilk örnek olarak tanınır.  Oğlu Jorjge Reinel de rüzgârgülünü harita üzerine çizen ilk haritacı olarak bilinir.
Pusula kullanımında karşılaşılan ilk sorun manyetik kutbun konumunun coğrafi kutuptan farklı olmasıydı (declination).  Özellikle Kuzey Atlantik’te manyetik kutba yaklaştıkça pusula tam anlamıyla güvenilmez bir alet oluyordu ve Atlas Okyanusunda seyreden denizcilerin kafasını karıştırıyordu.  Kolomb’un pusuladaki garip hareketleri görünce pusulasını diğer gemicilerden sakladığı söylenir.

Portekizliler pusulanın coğrafi kuzeyi tam olarak gösterdiği yeri de buldular: Afrika’nın güney kıyılarında bir noktada –o zaman- pusula tam coğrafi kuzeyi gösteriyordu.  Buraya pusula iğnesini çağrıştıran uygun bir isim koydular:  İğne Burnu – Cabo das Agulhas (Cape of Needles).  Çözüm olarak ilk akla gelen pusulanın kullanılacağı bölgeye göre işaretlenmesi, coğrafi kuzeyin farklı konumunu hesaba katacak biçimde iğne ucundan kayık olarak bir zambakla gösterilmesi oldu.
Manyetik kutbun yerinin “yanlışlığı”na ek olarak, bu konumun zaman içinde yer değiştirmesi (tabii sapma - variation), pusula ibresinin yakındaki metaller nedeniyle sapması (arızi sapma - deviation) veya zaman zaman oluşan büyük manyetik fırtınaların pusulaları yanıltması pusulanın sorunlarını daha da büyütüyordu.  Ele aldığımız dönemde pusulanın okyanuslardaki denizciler için hiç de uygun bir alet olmadığını, ancak gökyüzünün kapalı olduğu zamanlarda kısa süreler için kullanılabildiğini söyleyebiliriz.

XV. Yüzyılın ikinci yarısından başlayarak kitap basımının Avrupa’da hızla yayıldığını biliyoruz.  Kuşkusuz top yapımı, gemi yapımı, haritalar ve denizcilik konusundaki yayınlar da denizcilik konusundaki teknolojik birikimin çok önemli bir boyutunu oluşturmuştur[8].
Sonuç olarak keşifler çağında yeryüzü ve gökyüzü konusunda “genel kabul gören bilgilere” denizcilik açısından bakılırsa şöyle bir sıralama yapılabilir:

  • Yeryüzünün küresel olduğu genellikle kabul ediliyordu.  Ama çapı konusunda ‑Kolomb’un yolculuklarında görüldüğü gibi‑ çok büyük yanılgılar vardı.
  • Bilim ve düşünce açısından çığır açıcı fikirlerin bu çağda astronomi alanında gelişmesine karşın güneş merkezli ya da dünya merkezli sistemler, denizcileri pek ilgilendirmiyordu.
  • Gökyüzünde beş gezegen -Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn- biliniyordu.  Uranüs ve Neptün henüz gözlenmemişti.
  • Kuyrukluyıldız “düzen dışı” bir olgu olarak görülüyordu.  (Halley’i gözleyen Brahe bile eliptik yörüngeyi kabul etmekte zorlanmıştı)
  • Yıldız haritaları olarak, Kastilya kralı X. Alfonso’nun (Akıllı Alfonso – Alfonso el Sabio) (1221 – 1284)  1252’de yaptırdığı Alfonso Tabloları ve Regiomontanus’un (1436 – 1476) (10 yay derecesine varan hatalar içeren) gök haritaları kullanılıyordu.
  • 1473’de Abraham Zacuto adlı bir Musevi öğle güneşinin ufuk çizgisi ile yaptığı açıyı veren ilk ayrıntılı tabloyu hazırladı ve “Astrolobe için Cetvel” adlı bir kitapta yayınladı.  Bu kitap enlemin hesaplanmasında gelecek yüz yıl boyunca bütün Avrupalılar için temel oluşturdu.
  • Denizcilerin teleskop, dürbün, saat gibi araçları yoktu; pusula da yalnızca güneş ya da yıldızların gözlenemediği kısa süreler için kullanılabiliyordu.

 İlk keşifler için, İber yarımadasının gözü pek denizcilerinin, okyanusa uygun gemilerle; ama başkaca bir bilimsel ve teknolojik destekten yoksun olarak okyanusa açıldıklarını söyleyebiliriz.  Kısa bir süre sonra ise geliştirilen bilimsel ve teknolojik altyapı denizcikte çığır açtı ve dünya tarihinde ilk kez Avrupa, küresel egemenliğe doğru dev adımlarla ilerlemeğe başladı.

XVI. YÜZYIL SONRASINDA AVRUPA

Yazımın konusu gereği tarihsel çizgimizi 1550 - 1600 dolaylarında kesmemiz gerekiyor.  Ama yukarda değindiğimiz Avrupa’da denizciliğin gelişmesi ve keşifler çağının sonuçlarına kısaca değinilmesi yararlı olacaktır. 

Doğu sınırında Osmanlı, Batı’da Fransa ve içerde de reform yanlıları ile çarpışmak Kutsal Roma İmparatoru V. Karl’ı çok yıprattı.  İmparatorluğu yalnızca eski kıtada değil yeni topraklarda da olağanüstü büyümüştü.  1556’da Orta Avrupa bölgesini kardeşi Ferdinand’a, İspanya – Hollanda bölgesini de oğlu II. Philip’e paylaştırıp bir manastıra çekildi.
İspanya keşiflerle elde ettiği stratejik üstünlüğü, ekonomik bir öncülüğe çeviremedi.  Yenidünyalardan talan edilen altın ve gümüş, hanedan ve asillerin lüks tüketimine harcanmış, yarımadadaki ekonomi geliştirilememişti.  Yüzyılın sonlarına yaklaştığımızda İspanyol zenginleri için mal üreten İngiltere ve bunun ticaretini yapan Hollanda’nın çok daha zenginleştiğini görüyoruz.  Bu Protestan ülkeler yukarda belirtilen Papa’nın yeni bulunan toprakları paylaştıran fetvalarına da aldırmayıp ticareti güçlendirdiler[9].  İspanya kıralı II. Philip’in Katoliklik uğruna giriştiği amansız mücadelenin giderleri de ekonomiye büyük bir yük olarak eklendi.  Hollanda’daki Protestanlara karşı mücadele sertleşti, Osmanlı ile Akdeniz’de stratejik olarak İspanya açısından pek de anlamlı olmayan saldırgan bir politika izlendi (1571 İnebahtı), İngiltere’de Protestan Kraliçe Elizabeth, Katolik Mary Stuart’ı hapsedince ünlü Armada’yı oluşturup İngiltere’nin işgali macerasına girişti (1588) ve donanmasını yitirdi.  Sonuç olarak yüzyılın sonlarında İspanya ekonomik zorluklar içinde[10] gücünü yitirmeye başlamış bir ülkeydi.  Siglo de Oro – Altın yüzyıl sona ermişti!

Yarımadanın diğer ülkesi Portekiz de elde ettiği çok geniş toprakları denetimi altında tutacak güçten yoksundu.  1580’de kendisi de İspanya tarafından işgal edildi[11].  İspanya ve Portekiz’in Avrupa kıtasına açtığı yolda ilerlemek Avrupa’nın diğer ülkeleri tarafından gerçekleştirildi.  Özellikle İngiltere, Fransa ve Hollanda,  denizciliğin bilimsel ve teknolojik altyapısını geliştirmekte çok daha başarılı oldular. 
Almanya – Avusturya ise bu yarışta yer alamadı.  Kutsal Roma İmparatoru ve Papa Katolikliği egemen kılıp mezhep çatışmasına engel olamamıştı ve ülke 30 Yıl Savaşlarının (1618 – 1648) yıkımı ile boğuşmaya başladı[12].

İber yarımadasının gözü pek öncü denizcilerinin çaktığı kıvılcımın ardından dev adımlarla ilerleyen batı uygarlığının büyük devletleri geldi ve tarihte ilk kez bir uygarlığın küresel egemenliği kuruldu.  Artık Okyanuslar kıtaları ayıran engeller değil, egemenliğin uzak ülkelere yayılmasını sağlayan yollardı.




[1] Tarihlenmiş ilk profesyonel portolan Cenova’li Petrus Vesconte’nin 1311 tarihli portolanı.
[2] 1 league = 3 deniz mili
[3] J. E  D. Williams, “From Sails to Satellites”, Oxford University Press, Oxford, 1992. (s.42)
[4] Yeryüzü çapını 7900 yerine 6500 mil olarak öngördüler.  Kanarya adalarından sonra 300 Kuzey Enlemini izleyerek 6600 mil uzakta Cipango’ya (Japonya) varacaklarını düşündüler. Üstelik Toscanelli Cipango’ya 675 mil uzakta, okyanusun ortasına bir ada çizip Antilla adını verdi. (Ingiliz’lerin East Indies dedikleri adalara Fransız’lar bu nedenle Antil derler).
[5] Papa XIII Gregorius 1582’de bunu düzelttirip -günümüzde kullanılan- Gregorien takvimi uygulamaya koydu.  Bu gelişmenin hemen kabul edilmediğini, Protestan ve Ortodoks ülkelerin bir süre daha Papa’ya uymaktansa hatalı takvim kullanmaya devam ettiği, örneğin İngiltere’de hatanın ancak 1750’lerde düzeltildiği belirtilebilir.
[6] Huygens’in bu ilkeyi saatte kullanılır biçime getirmesi 1656,denizcilik açısından, özellikle boylam belirlemede yararlı olacak saatlerin İngiltere’de Harrison tarafından yapılması 1760.
[7] İngiletere’de 1660’da Royal Society’nin (tam adıyla Royal Society of London for the Promotion of Natural Knowledge); Fransa’da 1666’da Académie des Sciences’ın, 1667’de Observatoire de Paris’in ve 1675’de Greenwich gözlemevinin özellikle bu sorunu çözmek için kurulduğunu belirtebiliriz.
[8] Birkaç örnek vermek gerekirse:
  • Vannoccio Biringuçio’nun Pirotecnia (Venedik, 1540)
  • Niccolo Tartaglia’nın La Nova Scientia (Venedik 1558)
  • Luigi Callado’nun Practica Manual de Artiglierra (Venedik 1586)
  • Theodoro’nun kadırga yapımı hakkındaki raporu (1546)
  • Don Garcia de Toledo’nun gemi yapımı hakkındaki araştırması (Madrit, 1560)
  • Pedro de Medina’nın Regimento de Navegacion (Sevil 1563)
sıralanabilir.
[9] İngiltere’nin English Company of East Indies 1600’de, Hollanda’nın Vereinigde Ostindigsche Compagnie 1602’de kuruldu.  1669’da Hollanda’nın 15 000 - 16 000, İngiltere’nin 2 000 - 3000 ve Fransa’nın 500 - 600 teknesi Avrupa’nın ticaretini üstlenmişti.  (Grierson, “Commerce in the Dutch Ages”, Transactions of the Royal Historical Society, 1959)
[10] İspanya, daha 1575’de devlet borçlarını ödeyemeyeceğini ilan etmişti, Otuz Yıl Savaşları (1618 – 1648) tümüyle devleti iflasa sürükledi.
[11] Portekiz’in yeniden bağımsızlığına kavuşma mücadelesi 1648’e kadar sürdü.
[12] 1555 Ausburg Anlaşması “cutus regio, eius religio” (bölgede kim egemense onun dini kabul edilir) ilkesini getirmişti.  Feodal beylerin mezhep seçimleri sonucunda, kendi serfleriyle ve komşularla çatışmalar başladı.  1648 Westfalya anlaşması ise tebânın mezhep tercihi yönünde zorlanamayacağı ilkesini getirdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder