20 Haziran 2014 Cuma

ORYANTALİZM

Batılının Doğuya ve Doğuluya olan ilgisi kuşkusuz çok eskilere uzanır. Orta çağ boyunca Doğudaki esrarengiz krallık imgesi düş gücüyle beslenir. Haçlı seferleri birçok efsane geliştirir. Daha yakın çağlara gelip edebiyat dünyasına bakarsak hemen aklımıza Montesquieu’nun İran Mektupları veya Voltaire’in Candid’i geliyor.


Bu gün anladığımız anlamda oryantalizmi Napolyon’un Mısır-Suriye seferiyle başlatabiliriz. Toulouz’dan kalkan donanma ile Napolyon orduları Mısır-Suriye’ye geldi (1798-1801). 

Napolyon kuşkusuz İngilizlerin Hindistan yolunu tıkamak istiyordu. Akka’da sona eren serüven başarılı mıydı? Değil miydi? tartışmasını tarihçilere bırakalım. (Birçok tarihçi seferin büyük bir yenilgi olduğunu belirtecektir.) Ama bu seferin kültürel boyutu büyük oldu. Antik Mısır uygarlığı ve hiyeroglif Avrupalı ve özellikle Fransız aydınının çok dikkatini çekti. (Bu arada tarihin ilginç bir cilvesine de işaret edeyim. Osmanlı’nın Napolyon’a karşı koymak için gönderdiği Kavalalı Mehmet Ali Paşa ve ardılları Mısır’da bir modernleşme hareketi başlattı. Belki de Arap Dünyasında Mısır’ın ayrıcalıklı konumunu Balkanlardan gelen bu rüzgâra borçluyuz!)

 (Napolyon’un Mısır-Suriye seferi)…Oryantalizmin modern tarihinde muazzam sonuçlar doğurmuştur. (Edward Said, Oryantalizm s. 115)[1]

Tümüyle yeni bir toplum düzenine geçiş sürecinin çalkantılarını yaşayan Batılı, Doğu’ya baktığında kendi toplumundan çok farklı bir dünya gördü. Bu gözlemi yapan bazı yazarlar ve ressamlar Doğu’nun olumlu yönlerini öne çıkartılar. Bazıları da olumsuzlukları öne çıkarttılar; hatta emperyalist yaklaşımları savunan bir tutum aldılar.


Doğu’yu tümüyle karalamak istemeyenler bir orta yol buldular. Doğu’yu “Geçmiş” ve “Bugün” diye iki döneme ayırdılar. Doğu konusunda “güzel geçmişi”, iç dinamikleri olmayan, durağan, sakin, mistik, gizemli, dünyadan yalıtılmış biçimde sergilediler. Hadol’un haritasında Anadolu’da yatıp nargile içen kadına bakın.

“Çirkin bugünü” ise ikiyüzlü, ahlaksız, rüşvetçi, despot, köktenci gibi vurgularla sundular.

Burada ayırt edici özellik ne geçmiş ne de bugün değerlendirilirken bilim, tarih, ekonomi, sosyoloji… açılarından konuya bilimsel yaklaşılmamasıdır. Kuşkusuz Batı’nın gözünde Batı ise Antik Yunan’da beri akılcı, dinamik ve üstündü.

Resim alanında bu sayfada resimlerini gördüğünüz D. Ingres (1780-1867) ve Delaxroix’nin (1798-1863) yanında Édouard Debat-Ponsan (1847–1913),  Jean-Léon Gérôme (1824-1904), William Holman Hunt (1827-1910) gibi yüzlerce ressam sayılabilir.

Edebiyat dünyasındaki oryantalist yaklaşım için de pek çok yazar ve yapıtı örnek verilebilir. Chateaubriand (Itiniraire), Lamartine (Voyage en Orient), Flaubert (Salammbô), Lord Byron (Turkish Tales), Renan, Gobineau, Nerval, Gautier… Birkaç örnek vermek sanırım bu yaklaşımı özetlemek için yeterli olacaktır:

İlk örneğim Victor Hugo. Yukarıda Napolyon’un Mısır-Suriye seferine değindim. Victor Hugo’nun Lui (O) şiirinde bu seferine ve Napolyon’a abartılı övgüsünü okuyoruz:

Nil’de onu yeniden görüyorum
Mısır, şafağının ateşi ile bir kere daha parlıyor…
İmparatorluk yıldızı Doğu’dan yükseliyor.
Batı’dan gelmiş Muhammed.

Lord Byron belki de en ünlü oryantalisttir. Giaour şiirinde bir Hristiyan'ı seven Hassan’ın haremindeki Leila’nın vahşice denize atıp boğulması anlatılır. Neyse ki şövalye ruhlu Hristiyan sevgili Hassan ile dövüşür ve Leila’nın öcünü alır. (Bu arada “Giaour”un bizim dilimizdeki gâvur olduğunu belirteyim.)

«The Siege of Corinth»de Osmanlı donanmasının Korint’i kuşatması ve buradaki barbarlık ele alınır. Sanırım bir Doğulunun bir donanmaya komuta edecek beceriyi gösteremeyeceğini düşünen Lord Byron, donanma komutanını Venedikli bir dönme yapar. (Günümüzde Venedik’te Palazzo Ducale’deki korkunç Türk korsan motifi bu kuşatmadaki barbar görüntüsünün hatırlatır).

G. Flaubert Salammbô romanında Kartaca ile Roma’nın savaşını anlatır. Batı değerlerini Roma, Doğu değersizliğini de Kuzey Afrikalı Kartaca temsil eder. Kartaca’lılar bir yandan sapık bir seks diğer yandan büyük bir vahşet sergiler. Örneğin dinsel bir törenlerinde çığlıklar arasında çocuklarını ateşteki kazanlara atarak diri diri yakarlar. Salammbô’nun yılanla yaptığı çıplak dans günümüzde bile Batılının seks imajını süsler.

Her halde bu denli yaygın bir etiketleme, tarihin ilk sistemli “ötekileştirmesidir”.

Oryantalizme 19. Yüzyılda en üst düzeyine çıkmış emperyalizmin Batılının bilincinde veya bilinçaltında yansıması olarak bakılabilir. Yukarıda sanatsal boyutuna değindiğim bu konunun politik ve düşünsel boyutları çok daha belirgindir. Felsefe dünyasından yalnızca bir örnek vereceğim. Modern-Postmodern etiketi altında “Düşünsel Öncüler” başlıklı yazıda John Locke’un insan hakları, liberalizm ve hoşgörü konusundaki öncülüğüne değinmiştim. Burada Locke’un köle ticareti yapan Royal African Company’nin büyük ortaklarından biri olduğunu; parlamento çalışmaları kapsamında Carolina’da feodal aristokrasi oluşturan ve efendiye köleler üzerinde mutlak bir güç tanıyan “Carolina’nın Temel Anayasa (Fundamental Constitutions of Carolina) taslağını kaleme alan kişi olduğunu da belirteyim. Afrika’dan getirilen kölelere istediğimiz gibi davranabiliriz. Çünkü Afrika’dan getirilen köleler Avrupa’daki insanlar gibi değildir!






[1] Said, Edward. Oryantalizm: Sömürgeciliğin Keşif Kolu, Çev.: Nezih Uzel, İstanbul: İrfan Yayıncılık, 1998.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder